MAMOGRAFİ HAYAT KURTARAN BİR YÖNTEM MİDİR?

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
cankurtaran

“Etıbba Diyor ki” köşesinde e-mektubunu okuduğunuz kadın-doğum uzmanı Dr. İbrahim Sözen’ e cevabımdır.

Sevgili kardeşim,

BİR: Hiçbir zaman “Makale okuma tekeli benim tekelimdir” şeklinde bir ifadem olmadı ama “kendi konuları dışında da çok okuyan biri” olduğumu iddia edebilirim.

Senin de en azından kendi alanında çok okuyan biri olduğundan hiç şüphem yok.

Yazımın şaşırdığın kısmına şaşırmana asıl ben şaşırdım: Güncel literatürü takip edebilecek kadar İngilizce bilmeyen meslekdaşlarımızın sayısının ne kadar fazla olduğunu düşünürsen bana hak verirsin.

İKİ: ACOG elbette değerli ve önemli bir dernek olabilir ama endüstriyle çıkar ilişkileri olan derneklerin yani tüm tıp derneklerinin hiçbir tavsiyesine balıklama atlamam, ihtiyatla yaklaşırım.

Bunların endüstrinin istemediği kararları alması pratik olarak mümkün değildir.

Mesela, ACOG’ un meme kanseri erken teşhisi dışında kanserin önlenmesi, kanser riskini artıran etkenler için ne gibi faaliyetleri var?

ACOG, Başkan Obama’ ya sunulan “Reducing environmental cancer risk” başlıklı raporun önsözünde adı geçen tek çevresel kanserojen olan bisfenol A hakkında ne düşünüyor, neler yapıyor merak ediyorum.

Bize gelince.

Birkaç hafta önce meme kanseri taramalarıyla alâkalı programımıza katılan meme cerrahı meslekdaşımız kadınların kendi kendine meme muayenesine karşı çıkarken doktorlar tarafından meme muayenesine de hiç önem vermediğini söylüyordu (http://tvarsivi.com/player.php?y=160&z=2012-08-29 20:17:00).

Daha ben ne diyeyim?

Hastalıkların erken teşhisi ile uğraştığımız kadar hastalıkların önlenmesi, halkın bilinçlendirilmesi ve doktorların daha iyi bir eğitim almalarıyla da uğraşmamız gerekir.

ÜÇ: Mamografi elbette özel durumlarda hayat kurtarıcı olabilir. Bu, tıpkı başı ağrıyan 10 bin kişinin tümüne MR çekildiğinde hiçbirinde beyin tümörünün atlanmaması gibi bir şeydir.

Ama mamografi aynı zamanda kanserojen olarak da ilân edilebilir: BRCA1 ve 2 mutasyonu olan kadınlara uygulandığında olduğu gibi.

Taramanın bizde uygulanan başıbozuk şeklini bir tarafa bırakalım ideal şartlarda yapılanı bile üzerinde çok düşünmeyi gerektirir.

Özetle, mamografi taramalarının özel risk grupları dışında gelişigüzel her kadına yapılmasını doğru bulmuyorum.

Mamografi hayat kurtarır” gibi bir ifade ise ancak mamografi aleti pazarlayan firmaların propagandistlerinin ağzına yakışır.

Böyle bir söz ancak hiçbir riski olmayan bir yöntem için söylenebilir ki böyle bir şey mamografi için elbette mevzubahis bile değildir.

Şu makaleyi okumanı isterim: http://www.bmj.com/content/345/bmj.e5132

Mamografinin nimetleriyle ilgili bir yazı gönderirsen sitemde elbette memnuniyetle yayınlarım.

DÖRT: Over kanseri taramaları gereksiz iyi güzel ama pratikte kadınlara şakır şakır CA-125 bakılıyor, yüksek çıkanlar tepeden tırnağa tetkike alınıyor, ameliyat edileni bile oluyor ama sonra ‘Çok şükür korktuğumuz çıkmadı’ deniyor.

Otoriteler bu konuda bir açıklama yapsalar da bu ‘marker’ bakmalara bir son verilse iyi olmaz mı?

Benden de sevgiler.

Yazı için 1 yorum yapılmış:

  1. KAYNAKLAR SONSUZ DEĞİL SINIRLIDIR

    Sınırlı kaynakların akıllı kullanımı gerekir.Akıllı kullanım; hastalıkların önlenmesi, sağlığın korunması demektir.

    Koroner kalp hastalığı ve kalpten ölümler hızla artıyor. Kalp yetmezliği oranı dünya ortalamasının 3 katı olmuş. 4 milyonu geçiyor. Kalpten ölümler önümüzdeki 10 yılda % 100 artacak. Sekiz milyon kişi böbrek hastası. Yani her 6 kişiden birisinde kronik böbrek hastalığı var. Astım ve KOAH 6 milyon insanı etkiliyor. Yani 40 yaş üstü her 5 kişiden biri akciğer hastası. Hepatit B – C taşıyıcı sayısı 5 milyona ulaşmış. Her yıl 200 bine yakın kişiye kanser teşhisi konuluyor. Böyle devam ederse 2030’da yarım milyona ulaşacak. Milleti hasta edip taramak yerine hastalıkları önlesek daha mantıklı olmaz mı?

    Bataklığı önlemek, kurutmaktan daha mantıklı ve bilimseldir. Şimdiye kadar dilimize pelesenk olan laf, bataklığı kurutmaktı. Bataklık oluşumunu önlemek ise idrak sınırlarımızın ötesinde idi. Çünkü dereyi ve bataklığı görmeden paçayı sıvama bize göre değil. İzmir ve İzmit körfezinden, Ergene nehrine kadar önce kirletmek sonra temizlemek, dere yataklarına önce bina yapıp sonra yıkmak ve böylece kıt kaynakları heba etmek kötü kaderimiz. Çünkü böyle yaşıyoruz. İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınıza inanır ve öyle de yaşamaya devam edersiniz.

    Derelere akıtılan zehirler, kimyasal atıklar, içme suyuna karışan kanalizasyon suları, oksijenimizi tüketen kirli sanayi, ekzos ve partiküller, filtresiz bacalardan üstümüze çöken dumanlar, devasa gemilerle ülkemize sokulan radyasyonlu hurdalar, GDO’lu, hormonlu, katkı maddeli, tarım ilaçlı gıdalar her çeşit kanser, hastalık ve ölümlere yol açıyor. Kirlenmiş akvaryumda önce hastalanan, sonra da tedavi için çırpınan zavallı bir toplumun içler acısı hali.

    Bunca hastane, doktor, ilaç ve parayla yaptığımız, hasta balıkları son sistem makinalarla temizleyip yine aynı bataklığa atmak. Bataklık oluşumunu önlemeyi idrak edemiyoruz. Peki tartışılan ne? Tartışılan şu; hasta balıklara 1000 euro’luk stent mi takalım, yoksa 100.000 euro’luk yapay kalp cihazı mı takalım? Halbuki bu iki yöntem de ne hastalığı önlüyor ve ne de ölümü. Elimizde ayda 5-10 euroya hastalığı önleyen, ölüm oranını azaltan koruma yöntemleri var, ancak en ucuz yolla hastalık ve ölümü azaltmak sosyetemizi bozuyor. Neden pahalı yöntemler peşinde koşuyoruz?

    Sağlık harcaması son 9 yılda % 800 arttı, ancak bu artış bize sağlık olarak geri dönmüyor. Hastalıkları önleme yoluna gitmediğimiz için boşuna para harcıyoruz. Ne dev hastaneler, ne sağlığa harcanan milyarlar ve ne de giydiğimiz kırmızılar sağlığı korumuyor, hastalık ve ölümler artıyor. ”Vasküler Risk” araştırması kötü kaderimizin belgesi; Balon, stent, baypas oranı son 5 yılda % 90 artarken, azalması gereken kalp krizi veya inmeye bağlı ölüm oranı ; % 270 arttı. TV’lerde aydın ve bilim dünyası neyi tartışıyor? En zengin ülkeler bile hastalıkları önlemek için en kolay, en ucuz ve en etkili yöntemleri uygularken biz neden yapamıyoruz?

    SGK 2011 açıklaması dudak uçuklatıyor: Hasta sayısı artmış, ilaç satışı rekor kırmış herkes övünüyor. Sanki hasta olmak imtiyaz, tedavi olmak bir lütuf. Herkesin elinde tahliller, filmler dev hastaneleri tavaf ediyor. Ne biçim bir moda, nasıl bir anlayış? Hasta ve hastalık artışıyla övünen başka toplum var mı? Milyarlarca dolara aldığımız ilaçların % 40’ını da çöpe atıyoruz. Yazık değil mi?

    Dünya Sağlık Örgütü ise kişi başına yıllık 1,2 $ (2 TL) harcanarak hastalıkların önemli oranda önleneceğini bildiriyor. Sağlık Bakanlığı ile Başkent Üniversitesi ortak araştırması ; ülkemizde ölenlen yüzde 86’sının hastalıklı yaşam tarzından öldüğünü gösterdi. Yani önlem alınsa, ölümlerin yüzde 86’sı önlenecek ve geçtiğimiz yıllarda ölen milyonlarca insan hayatta olacaktı.

    Sebepleri ortadan kaldırmadan kötü sonuçları önleyemeyiz, bilim böyle söylüyor.

    Hastalık lobisini ayağa kaldıran işte bu anlayış: Yaşadığımız akvaryumun kirlenmesini ve bataklık oluşumunu önleyen stratejiler, hastaya susayan ve hastalıktan beslenen sistemi ve dev bir sektörü çökertiyor. Hastalıkları önlerseniz milyarlarca dolarlık harcamalar, ilaçlar, zincir hastaneler ne olacak? Hasta olacak, tedavi olacaksınız mesele bu kadar basit. Hasta olmanızı ve tedavi olmanızı sağlayan kirli akvaryum ve her çeşit sağlık taramaları hizmetinizde(!).

    Yaşadığımız akvaryumu bataklığa çeviren kanalizasyonları sökmeden, bu dere yatağında felaket üreten yaşam tarzını yıkmadan yapılan hiçbir işten hayır gelmez, sonuç alınmaz. Ne dev hastaneler, ne hastalıklara harcanan milyarlar ve ne de giydiğimiz kırmızılar bizi korumaz. Hastalık üreten kirli akvaryumdan sağlıklı toplum çıkmaz. Yaşam tarzını değiştir demekle yaşam tarzı değişmez. Deli gömleği gibi sıkı sıkıya sağlığımızı boğan yaşam tarzını değiştirmek öyle kolay bir iş değil. Önce bunları idrak edelim.

    Ya hasta toplum olup doktor ithal edeceğiz, ya da sağlıklı toplum olup doktor ihraç edeceğiz, hangisini seçelim? Hasta ve hastalık odaklı sistemden sağlık odaklı sisteme geçmeliyiz. Dünyanın ileri ülkeleri bile bu sistemi yeni yeni idrak ediyor.

Siz de yorumunuzu paylaşın: