CUMHURİYETİN DİVASI MÜZEYYEN SENAR

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

‘’… Atatürk masanın üzerine koyduğu repertuarımın yazılı olduğu defterin sayfalarını tek tek açarak bir süre inceledi. Bir taraftan da rakısını yudumlarken tabaktaki leblebileri meze yapıyordu. Öyle keyifli bir içmesi vardı ki, imrenirdiniz.

Sonra bana döndü, ‘Kızım sen bunların hepsini biliyor musun? Şimdi senden bir şarkı istesem söyleyebilir misin?‘dedi. Boynumu büküp ‘Emredersiniz efendim’, dedim. Açtığı sayfalardan birini bana uzatıp ‘Haydi bakayım şunu bir oku da dinleyelim’ dedi.

Tatyos Efendinin hicazkar şarkısını seçmişti: Mani oluyor hali takrire hicabım / Üzme yetişir üzme firakınla harabım. Necati Tokyay, Şükrü Tunar, Nubar Tekyay, Selahattin Pınar, Kemal Niyazi Seyhun, Yorgo ve Aleko Bacanos ‘dan kurulu, benden bir hayli uzakta oturan saz heyetine makam ulaşınca kısa bir giriş taksiminden sonra ben eseri icra etmeye başladım.

Zaten Üsküdar Musiki Cemiyeti’ nde öğrendiğim ilk şarkılardan biri idi. Birden kendimi çok mutlu hissettim. Gözümün önünde sadece Ulu Önder, ben ve şarkılar vardı. Şarkıyı okurken önce mırıldanan Atatürk, ‘Üzme yetişir firakınla harabım’ı söylerken yüksek sesle bana refakat etmeye başlamıştı. Hicazkârla girmiştik, ben de hicâzkarlarla devam ettim ve hemen peşine Lavtacı Onnik’ in eserini okudum:

Mestim bu gece sen de bana mest olarak gel
Peymâne-i şevkim gibi sevda dolarak gel
Bilsen ne kadar döktü firakınla gözüm yaş
Ey şuh, şu solan ruyimi gör de solarak gel

Cumhuriyetin divası

İhtişamlı bir geleneğin klâsiklerinden, günümüzün gönül okşayan fantezilerine uzanan musikimizin doruk değerlerini en özgün ve özenli biçimiyle geniş halk kitlelerine yansıtan üstün icranın örneği… cumhuriyet musikisinin divasıdır Müzeyyen Senar.

Bazen hüzünlü bir yüreğin sızlanışında, bazen henüz yeşillenmiş bahar dallarının ümit veren çiçeklerinin kokusunda duyarsınız. Bazen sakin bir liman, bazen taşkın bir derya, bazen sevinçli bayram sabahının heyecanını hissedersiniz.

Onu Zeki Müren de şu sözlerle çok güzel anlatır:

‘’Münir Nurettin’ in sesi beni hayat boyu etkilemedi. Beni ilk duygulandıran, tüylerimi diken diken yapan, bir kadeh içip efkâr dağıttıran ses Müzeyyen Senar’ ın sesidir.’’

Ünlü bestekâr Osman Nihat Akın ise Radyo Haftası dergisinde onun için şunları yazmıştır:

‘’… Sanat sanat içindir; darbımeseline nazire yapmak maksadı ile değil, fakat hakikati olduğu gibi itiraf etmek için şunu söyleyebilirim ki, bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadığı gibi Müzeyyen’e de kalacak değildir. Ancak, şurası muhakkaktır ki, o ayarda bir gırtlak da, pek kolay kolay gelmez. Allah, onu yine memlekete bağışlasın.’’

Bu satırlar, Radi Dikici’ nin Müzeyyen Senar ile 4 yıl süren bir çalışma sonunda hazırladığı “Cumhuriyetin Divası Müzeyyen Senar” isimli biyografiden.

Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan bu eserde sanatçının hayatı büyük bir açık yüreklilik ile anlatılırken, aynı zamanda Türk musikisinin Cumhuriyet dönemi serüvenini de izleme fırsatını da  yakalıyorsunuz.

Kendi deyişi ile ‘on bin kadının yaşamını kendi yaşamına sığdıran’, altı yaşında döneminin türkülerinin çoğunu hatasız söyleyen ama bir sabah kekeme olarak uyanan ve on yıl süreyle konuşamamasına karşılık çok güzel şarkı söyleyebilen, 12 yaşında evden kaçan, sahneye çıkabilmek için 15 olan yaşını 18’e çıkaran, Türk müziğine solistlik kavramını getiren, mikrofonu ilk kullanan, bir gecede 5 ayrı yerde sahneye çıkan, 200’e yakın taş plak dolduran…ve hâlâ şarkıların en güzelini söyleyen Müzeyyen Senar’ın yaşam öyküsü çok ilginç.

İbrahim Çallı’ nın parçaladığı resim

Müzeyyen Senar’ ın evine sık sık gelen Neyzen Tevfik ve Çallı İbrahim ile ilgili bir anısı:

‘… Her geldiklerinde en az bir saat otururlardı. Neyzen Tevfik hiç beklenmedik zamanlarda bir köşeye oturur ve neyini çıkarır, çalardı. Onlara hemen içki ikram ederdim. Bir gün Çallı getirdiğim içki bardağını beğenmedi. ‘Bana lame bir pabucunun tekini getir,’ dedi. İçerden lame pabuçlarımdan bir tekini getirdim ve ona verdim. Rakıyı ayakkabının topuk kısmına koydu ve içmeye başladı. Çok şaşırmıştım. Onun ise dünya umurunda değildi. O gün giderlerken, ‘Bunu iyi sakla, bu benim kadehim,’ dedi.

‘’… Çallı bir gün tuvalle geldi. ‘Portreni yapmak istiyorum’ dedi. Böylece bir görev daha üstlenmiştim. Resim üzerinde çalıştığı günlerde oturup ona poz vermek mecburiyetinde kalıyordum. Ancak aylar geçmesine rağmen resim bir türlü bitmiyordu. Sonunda Çallı İbrahim ‘Olmuyor, Allah kahretsin, olmuyor’ dedi ve bıçakla tuvali paramparça etti. Esasında yaptığı resmi ben beğenmiştim. Ama o bir türlü tatmin olmamıştı.’’

Nedir, a sevdiğim söyle bu halin

Zamanının ünlü tüm bestekârları yaptıkları besteleri ilk defa onunla meşk etmişler, şarkıları onun sesinden ve yorumundan dinlemek için adeta sıraya girmişlerdir. Lem’i Atlı, Zeki Arif Ataergin, Suphi Ziya Özbekkan, Osman Nihat Akın,  Şükrü Tunar, Şerif İçli, Sadi Işılay… bu bestekarların başında gelmektedir.

Musikimizin klasikleri arasında yer alan  bu şarkıların bazılarının besteleniş hikâyeleri de var kitapta:

‘’… Mualla Gökçay o dönemin en güzel kadınlarındandı. Lem’i Atlı ona aşıktı ve o sıralar hastalanmıştı…  Bir süre sonra Lem’i bey sıhhatine kavuştu. Ancak, talihin garip bir cilvesi, bu kez Mualla Gökçay’ ın hasta olduğu ve evinde yattığını haber aldık. Bir koşu ona gittim. Çok önemli bir rahatsızlığı yoktu. Ama her halde ateşten olacak rengi sapsarı idi. Doktoru bir hafta istirahat edip evden çıkmamasını söylemişti. Mualla iki gün evvel Lem’i Beyin de kendisini ziyaret ettiğini söyledi. Bir gün Lem’i Atlı, Şükran Özer, Safiye Ayla, Şerif İçli ve birkaç arkadaş bizde idi. Lem’i Bey, ‘Bakın çocuklar yeni bir beste yaptım. Güftesini de kendim yazdım. Beğeneceksiniz,’ dedi. Nihavent makamında bestelemişti:

Nedir a sevdiğim söyle bu hâlin
Neden böyle sarardı gül cemâlin
Senin elbet var bir melâlin
Niçin böyle sarardı gül cemâlin

Hepimiz şarkının Mualla Gökçay için olduğunu anlamıştık. Hocanın arzusu üzerine bu iki şarkıyı taş plağa okudum.

Benzemez kimse sana

Müzeyyen Senar, kendine has ses rengi, üslup özeni, görev ciddiyeti ve  sorumluluk anlayışıyla, gerçek anlamda bir usta ve örnek alınan seçkin ve saygın bir sanatçıdır. Zeki Müren’ den Bülent Ersoy’a kadar kendiden sonra gelen ses sanatçılarının tümünü etkilemiştir.

‘’…Nasıl taze ve pırıl pırıl bir sesti, anlatamam. Ancak çok önemli bir nokta vardı. Onu dinlerken acaba ben mi söylüyorum, diye tereddüte düştüm. Sesi bana çok benziyordu. O zaman ona, ‘Bak yavrum, yetenekli olduğun belli. İleride iyi şeyler yapacaksın. O da belli. Sana şimdi bir abla ve ana nasihati vereyim. Aynı şeyleri bundan yaklaşık yirmi beş yıl önce Zeki’ ye de söylemiştim. Kendini, mutlaka kendini bulmalısın. Kendi üslubunu bulmalısın,’ dedim. Bana kendini Bülent Erkoç olarak tanıtan bu delikanlı, sonranın Bülent Ersoy’ udur.’’

Bugün hala aynı zevkle ve heyecanla şarkılarını söyleyen büyük ustaya sağlıklı, şarkılı, uzun ömürler diliyoruz:

Benzemez kimse sana, tavrına hayran olayım
Bakışından süzülen işvene kurban olayım
Lütfuna ermek için söyle perişan olayım
Bakışından süzülen işvene kurban olayım

Siz de yorumunuzu paylaşın: