AŞI ÜRETİM ŞANSINI ORTADAN KALDIRAN AKP, HANGİ LABORATUVARDA KORONA AŞISI ÜRETİYOR

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Dikkat: Yazının sonunda ek var!

***

Hıfzıssıhha 2012′ de kapatıldığında aşı üretme işini tamamen bırakmış, sıradan işler yapan bir kuruluşa dönüşmüştü.

Aşıların, “sıradan bir ticari ürüne” dönüşmesinin sebebi kapitalist dünya düzenidir.

İşin aslını ülkemizin önemli halk sağlığı uzmanlarından Prof. Dr. Gazanfer Aksakoğlu “Uluslararası sermaye ve aşı pazarı” başlıklı makalesinde anlatıyor:

İlkokul öğrencisine sorsanız, sağlıkta korunma denince ilk aklına gelen aşılama olur. Sokaktaki yurttaşın görüşünü alsanız, bağışıklamanın devlet görevi olduğunu söyler.

Öyle mi? Hayır, artık o günler geride kaldı. Bağışıklama da aşı üretimi de devletin elinden ve kamu görevi olmaktan çıkarıldı, sermayeye teslim edilerek tatlı kârlar için yatırım aracına dönüştürüldü.

Artık bebeklerin ve erişkinlerin bağışıklanmaları üzerinde kişisel, kurumsal ve sınıfsal çatışmalar, uluslararası sermayenin kanlı çıkar oyunları yer alıyor.”

Aşağıdaki yazının bu hakikatler ışığında okunması ve değerlendirilmesi gerekir.

Kaynak: http://webb.deu.edu.tr/halksagligi/doc/yazilar/ga-uluslararasibagisiklamapazari.pdf

***

AŞI ÜRETİM ŞANSINI ORTADAN KALDIRAN AKP, HANGİ LABORATUVARDA KORONA AŞISI ÜRETİYOR

Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı, eski Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Prof. Dr. Suat Çağlayan‘ ın yazısı:

Sağlık Bakanı, Koronavirüse karşı aşı üretiminde önemli bir yol aldığımızı söylüyor!

Nerede ve nasıl üretildiği, üretimin hangi aşamalardan geçtiğinin bilinmediği ve etkinliğinin fazlasıyla sorgulanabileceği böyle bir üretimin başarılı olup olmayacağı sorularını bir kenara koyalım…

Ülkemizin en önemli aşı üreten kuruluşu olan Hıfzısıhha’yı kapatan bir Cumhurbaşkanı’nın Sağlık Bakanından -hem de koronavirüse karşı- aşı üretimi yapmakta olduğumuzu duymak insanda acı bir gülümseme uyandırıyor.

GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE AŞI      

Aşı, başta çocukları olmak üzere her yaştan insanı ölümcül ya da sakat bırakan hastalıklardan koruyan büyük bir buluş!

Genç Cumhuriyet’imizi yönetenler, yaşam kurtaran bu biyolojik ürünün önemini daha ilk yıldan kavramış, Cumhuriyet’in en önemli sağlık kurumu olan Merkez Hıfzısıhha Laboratuarını kurarak orada aşı üretimi ile büyük sağlık felaketlerini önlemişlerdir.

O zaman, Hıfzısıhha’nın görevi şöyle özetlenmiş;

“Çeşitli aşı ve serumlarla, kan ürünleri, antijen ve antiserumları üretecektir!”

Ülkemizde, aşı üretiminin yolculuğuna kısaca değinmeden önce, ülkemizin aşı tarihi konusunda yazdıklarından çok yararlandığım bir bilim adamından söz etmem gerekiyor; Prof. Dr. Semih Baskan!

Kayseri Üniversitesi Eski Rektörü ve Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı olan Semih Hoca, genel cerrahi uzmanı olmasına karşın tıp ve aşı tarihi ile yakından ilgilenmiştir. Cumhuriyet öncesi ve sonrasındaki aşı üretimimizi onun kaleminden okurken, bugünün aşı politikalarını düşünüyor ve üzülüyor insan.

HIFZISIHHA’NIN YARATTIĞI AŞI DEVRİMİ

Ülkemizde aşıya ait ilk yazılı veri, 1721 yılına ait.

O dönemde İngiliz Büyükelçisinin eşi olan Lady Montagu, ailesine yazdığı mektupta, İstanbul’da “bir tür çiçek aşısı” yapıldığından söz ediyor. (Çiçek aşısı daha sonra, Jenner aşısı olarak 1801 yılında yapılmış)

İstanbul’da, Telkihhane adı verilen, aşı üretim ve araştırma merkezi ise ilk kez 1892’de açılmış.

Nerede biliyor musunuz?

Bugünkü yöneticiler tarafından yerle bir edilen Askeri Tıbbiye’de. Yani o zamanki adıyla Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane içinde. İşte o Askeri Tıbbiye, Ankara Cebeci’de bulunan askeri hastanenin mikrobiyoloji laboratuarı ile el ele vererek aşılar üretmeye devam etmiş. Hatta 1920 yılında askeri tıbbiyeli bir öğrenci olan Tıbbiyeli Hikmet, arkadaşı Yusuf ile birlikte aşı üretmek üzere İstanbul’daki laboratuardan Ankara Cebeci’deki hastane laboratuarına mikrop taşıyarak tifüs aşısı üretiminde bulunmuş, sonra da üretilen aşının ilk deneyinin kendi üzerinde yapılmasını istemiştir.

İstanbul’daki aşı üretim ve araştırma merkezi, Cumhuriyet kurulduktan sonra 1928 yılında Ankara’ya taşınmış, adı da; Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü olarak değiştirilmiş, daha sonra da (1983) bu adın önüne Refik Saydam’ın adı eklenmiştir.

Bu önemli kuruluşta, kurulduğundan itibaren tifüs, tifo, tetanoz, difteri, kuduz, kolera ve boğmaca aşıları üretilmiştir. O dönemde dünyada üretilen aşılar göz önüne alındığında bizim Hıfzısıhha’mızın, Cumhuriyetin en başarılı kurumlarından biri olduğu açık olarak görülebilir.

ÇİN’E VE ABD ORDUSUNA AŞI GÖNDERDİK

Burada, Semih Hoca’nın yazdıklarından öğrendiğim iki çarpıcı bilgiyi aktarmalıyım;

Çin Devleti 1938 yılında, yaşamakta olduğu büyük kolera salgını nedeniyle, Cenevre’de bulunan Milletler Cemiyeti’nden aşı isteğinde bulunmuş. Çin’e ilk yanıt verenlerden biri Türkiye olmuş ve bir milyon mililitre aşı gönderilmiş. Daha sonra Çin, bu yardım nedeniyle ülkemize teşekkürlerini bildirmiş.

O dönemde yaptığımız başarılı aşı üretimine bir başka örnek de, ABD ordusuna yaptığımız tifüs aşısı yardımı!

Ankara Üniversitesi’nin Kurucularından olan Askeri Doktor (albay) Prof. Dr. Behiç Onul bu yardımı şöyle kaleme almış;

“İkinci Dünya Savaşı sırasında Salerno’dan İtalya’ya çıkarma yapmakta olan ABD ordusunda tifüs başladı. Bizden aşı isteğinde bulununca 10 000 doz tifüs aşısı gönderdik. Sonradan, bu aşının çok koruyucu olduğunu bize bildirerek bize teşekkür ettiler.”

HIFZISIHHA’YI NASIL KAPATIRLAR

Aşı emperyalizminin dev teknolojileri henüz ortalıkta yokken, genç Cumhuriyet’in Hıfzısıhha (aşı üretim) Merkezi, çok büyük başarılar göstererek, devlerle yarışabilen aşılar üretmiştir. Üstelik bu başarısını, aşı emperyalizminin azgınlaşmaya başladığı 2000’lerin sonuna kadar sürdürmüştür. Sadece çocuklarımızın aşı takvimine göz atmakla bile yerli aşı üretiminin ne düzeylerde olduğu anlamak olasıdır.

Ne yazık ki, ikide bir ‘yerli ve milli’ sözcüklerini kullanarak göz boyamaya çalışan AKP yönetimi, gerçek yerli ve milli olan Hıfzısıhha’yı kapatarak, aşı üretim şansını ortadan kaldırmıştır.

ECEVİT; “BEN DE AŞI ÜRETİMİNİ İSTERDİM, FAKAT!”

1999 yılında ülkenin yönetiminde bulunan DSP+MHP+ANAP koalisyonunun hükümet programında Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsünün güçlendirilmesi sözü vardı. Bu durum umut vericiydi, çünkü iki yıl kadar önce, Mesut Yılmaz başbakan iken, bu kurumda aşı üretimi –geçici olarak- durdurulmuştu.

Rahmetli Ecevit başbakan iken bir görüşmemizde, Hıfzısıhha’da aşı üretimi konusunu açmıştım. O zaman koalisyon hükümeti vardı ve Hıfzısıhha’nın bağlı olduğu Sağlık Bakanlığı MHP’de idi.

“Ben de istiyorum” demişti Bülent Ecevit. “Sağlık Bakanlığı bizde değil ve koalisyon ortakları arasında yazılı olmayan anlaşmalar vardır! Ama yine de, -başlamış olan ekonomik sıkıntıdan söz ederek- şu sıkıntıları atlattıktan sonra Hıfzısıhha’nın güçlendirilmesini Sağlık Bakanı ile konuşmak istiyorum!”

Eğer Hıfzısıhha’nın da -Cumhuriyet’in diğer bir çok kurumu gibi- tamamen kapatılacağını (2012) öngörebilseydi, tanıdığım Bülent Ecevit, çok güç ekonomik koşullara rağmen Hıfzısıhha’ya yeni teknolojiler alır, aşı üretimini yeniden başlatırdı. Koalisyonun ömrünün yeterli olmaması ülkemiz için şanssızlık oldu elbette.

Ecevit zamanında alınan ekonomik önlemler sayesinde ayakta kalan AKP iktidarı, eğer bir yıl içinde aşılar için ödediği doların yarısını Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsüne yatırımda kullansaydı bugün birçok aşıyı üretmekte olurduk!

Elbette o zaman, aşı emperyalizminin önünde en az Küba kadar dik durabilirdik.

Köy Enstitülerinin kapatılması nasıl ülkemizin aydınlanmasına çok büyük bir darbe vurmuşsa, Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü’nün kapatılması da, ülke sağlığına ve ekonomisine benzer bir yıkım getirmiştir.

KORONAVİRÜS AŞISI KONUSU

Dünyanın dev aşı şirketleri ile ünlü üniversitelerin uzman laboratuarları koronavirüs aşısı üretme peşinde her gün yeni iddialarla medyada boy gösteriyorlar. Aşının üretilip üretilemeyeceğinden çok etkili ve uzun ömürlü bir bağışıklık sağlayıp sağlamayacağı tartışılıyor. 

Bu bir yana, koronavirüs aşısı konusunda asıl trajikomik olay ülkemizde yaşanıyor;

Hıfzısıhha’yı kapatan AKP’nin Sağlık Bakanı çıkıyor, ülkemizde bir yerlerde aşı üretmeye çalıştıklarını söylüyor.

Askeri hastaneleri kaldırarak “harp cerrahisi”ni yok ettiğiniz için, sayısız şehidimizin –sessiz- ahını taşıyacaksınız…

Hıfzısıhha’yı kapatarak aşı emperyalizmine teslim olacak ve aşı konusundaki ‘yerli ve milli’ iddianızı kendiniz ayaklar altına alacaksınız…

Ondan sonra da kalkacak, bilmem hangi hastanenin hangi laboratuvarında koronavirüs aşısı üretmekte olduğunuzu söyleyeceksiniz!

Geçiniz beyim, geçiniz!

Kaynak: https://odatv4.com/hangi-laboratuvardakoronaasisi-uretiyor-18102042.html

***

EK 1 (23.12.2021):

Turkovac aşısının acil kullanım izninin çıkışı ve seri üretime başlanma dolayısıyla düzenlenen törende konuşan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Hıfzıssıhha Türkiye Aşı ve Biyoteknolojik Ürün Araştırma ve Üretim Merkezi projesinin aşamaları hakkında bilgi verdi. Bakan Koca, Hıfzıssıhha projesinin 10 gün kadar önce ihale sürecinin başladığını, tekliflerin alındığını ve gelecek hafta ihalenin sonuçlanacağını ümit ettiklerini ifade etti.

“Ankara’da havalanına yakın bir yerde 50 bin metrekare kapalı alanlı ve gelecek yıl bitirilmek üzere olan projenin ihale süreci başlamış oldu. Hem mRNA aşısı hem inaktif aşı hem nazal aşı hem protein aşısı hem de adenovirüs aşısı olmak üzere ileri teknolojilerinin bir arada olduğu dünyanın en büyük kapasiteli aşı AR-GE ve üretim merkezi olacak.”ifadelerini kullandı. Koca, sözlerine, aşı merkezinin insanlığın kullanımına sunulacak güçlü bir aşı AR-GE ve üretim merkezi olacağını da ekledi.

Kaynak: https://www.medimagazin.com.tr/guncel/genel/tr-kapatilmasi-tartismalara-yol-acmisti-hifzissihha-yeniden-aciliyor-11-681-98568.html

***

Yazı için 4 yorum yapılmış:

  1. Canan Karatay dedi ki:

    Gebelere son derece spesifik olan TETANOZ aşısı neden yapılıyor? Doğumhaneler de paslı çivi, teneke mi var ki? Fetusa neden toksin gönderiliyor?
    Büyük şirketlerde neden TETANOZ aşısı personellere yapılıyor?
    Plazada bulunan sosyetik şirketler de paslı mı?

  2. Alişan Yıldıran, Çocuk İmmünoloji-Allerji mütehassısı dedi ki:

    Gebelikde aşı yapılmasının bilimle alakası tamamen öjeni maksadı iledir.

    Gebelik bir semiallograftdır, yani anne bedeninde baba antijenlerini taşıyan fetusun tutulabilmesi için anne immün sistemi baskılanmak zorundadır.

    Bu durum ise stimülatör olmak zorunda olan aşı mantığı ile tamamen tersdir.

    Preeklampsi, eklampsi, gebelik diabeti, erken doğumlar ile alakası vardır, nitekim, bu uygulama son 20 yılda ortaya çıkdıkdan sonra bu hastalıklarda belirgin artış olduğu muhakkakdır.

    Yenidoğanlarda tetanos görülmesi eski dönemlerde evde doğan bebeğin göbeğine toprak konulması sebebi ile idi.

    Gerçekden tetanozu önlemek istese idiler, aşı gerçekden koruyucu olsa idi, bebekken veya hamile kalmadan evvel yapılan aşı, anne olduğu zamanda da korur idi.

    Bakanlık bu tür uygulamaları yapmadan evvel evvela sıhhatli bir şekilde veri toplamalı, sonuca göre uygulanacak metodu belirlemeli idi.

    Bu işlerin böyle olmadığının, ‘kervan yolda düzülür’ mantığı ile yapıldığının delili iste bu yazıda da vurgulandığı gibi, yıllar evvel Dr. Aksakoğlu’nun tarihî yazısında anlatdığı gibi uluslararası sermaye (ROCKEFELLER) tarafından dikte edildiğidir.

  3. Fehim dedi ki:

    Bu AKP’ nin değil tüm dünya ülkelerinin sorunudur. Dünyada kendi aşısını üreten ülke bırakmadı sistem.

  4. CANAN KARATAY dedi ki:

    Tarlalarda doğum yapan binlerce annenin çocuklarında tetanoz hiç saptandı mı?

    Oldukça steril ortam olan doğumhanelerde, ya da ameliyathanelerde doğum yapacak annelere yan etkilerinin ne olduğu saptanmamış olan tetanoz aşısı yapılması hangi bilimsel çalışmanın sonucu olarak uygulanmakta?

    Kimi, neden, nasıl koruyor?
    Ana-çocuk sağlığına faydaları nelerdir, biliyor muyuz?

    D VİTAMİNİ TOKSİKTİR gebelerde aman sakın kullanmayın diyen böyük bilim adamları neden ses çıkartamıyorlar?

Siz de yorumunuzu paylaşın: