ENFEKSİYON UZMANINDAN KORONA SİYASETİ!

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Milliyet’ te Ali Eyüboğlu‘ nun yazısı:

Kovid-19’la birlikte televizyon kanalları doğal olarak ekranlarını bilim insanlarına açtı… Bir yılda televizyon tarihimizde olmadığı kadar doktor çıktı ekranlara… Kamuoyunun bu süreçte tanıdığı hekimlerden biri de Prof. Esin Davutoğlu Şenol. Gazi Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Şenol’un, sosyal medya trollerinden dert yandığı RS FM’den Atilla Güner’e yaptığı açıklamaları okuyunca şunları bir kez daha anladım.
Sosyal medyada ‘karşı fikre’ tahammülü sıfır ve üslupları çirkin ciddi bir kitle, bazı insanlarda uzmanlıkları dışında da fikir beyan etme merakı var.

Şenol’un Güner’e söylediklerine baktım, ‘bilim insanı’ndan öte ‘siyasetçi’ gibi. Kimsenin Şenol’a düşüncesi nedeniyle hakaret etme hakkı yok. Ancak bir hekimin de pandemide ‘korona siyaseti’ yapmaması lazım.

İşte Türkiye’nin ilk vakası geç bildirildiği için salgının bu noktaya geldiğini iddia eden Şenol’un, hekimden çok siyasetçiyi andıran söylemleri:

“Başından itibaren salgın, algı operasyonu ile yönetiliyor maalesef. Almanya ve ABD’de de böyle saldırılara maruz kalıyorlar ama bunun sistematik organizasyon olduğu kuşkusunu hiç kimse yaşamıyor, biz yaşıyoruz bu ülkede. Bu ülkenin muhalefeti yaşıyor, biz yaşıyoruz ve inanılır gibi şeyler değil. Salgın yönetilemeyecek bir şey değil ve hâlâ 1-2 ay içerisinde insanların ölmemesini sağlayabilirsiniz. Zaten artık amacımız salgını bertaraf etmek değil, insanlar ölmezken salgınla ilgili süreci ve gelişmeleri de hayata katmak. Sokağa çıkmama hakkınızı istemelisiniz, ücretli izin kullanmalısınız diye insanları bilinçlendirmeye çalışırken bu kadar tesadüf olabileceğini düşünmüyorum.”

‘HASTA HAKLARI’NA SAYGIYI UNUTANLAR

Eşiyle birlikte tedavi gördükleri hastaneden taburcu olup, izolasyon dönemini evinde geçiren Muharrem İnce’nin Kovid-19 testinin pozitif çıktığını kimden öğrendik?
“Sayın Muharrem İnce’nin corona testi pozitif çıkmıştır. Geçmiş olsun. Acil şifalar diliyorum” diye tweet atan İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Üyesi CHP’li Nadir Ataman’dan.
Bir süredir koronavirüs nedeniyle yoğun bakımda tedavi gören ‘Sadakatsiz’ dizisinin oyuncusu Burak Sergen’in sağlık durumuyla ilgili ‘kötü haber’i kim verdi?
Burak Sergen’in eski eşi Işıl Sergen’e soyadını kullanmaması için açtığı basına kapalı duruşmada, “Sabah hastaneye uğradım. Burak’ın sağlık durumu ciddiyetini koruyor. Doktorlar kendisini entübe edip, etmemek konusunda kararsız” diyen arkadaşı.
İnsan haklarına gerekli saygı göstermeyen bir toplum ‘hasta hakları’na saygı duyar mı?
Duymaz…
Şayet toplumda böyle bir hassasiyet olsaydı Muharrem İnce ve Burak Sergen gibi ünlülerin sağlık bilgilerini kamuoyuna duyurma işini ‘belediye meclis üyesiyle ‘oyuncunun arkadaşı’ üstüne vazife etmez, hastaya veya birinci derece yakınlarına bırakırdı.

Kaynak: https://www.milliyet.com.tr/cadde/ali-eyuboglu/enfeksiyon-uzmanindan-korona-siyaseti-6487788

 

Yazı için 4 yorum yapılmış:

  1. Şadan dedi ki:

    Bir kısım doktorların tüm amaçlarının hükumeti ve sağlık bakanını kötülemek olduğunu gayet iyi biliyoruz. Bunları zerre miskal kaale almıyoruz.

  2. Korkut dedi ki:

    Bunlar öyle bir dille konuşuyor, gözleri öyle parlıyor ki insan bunların vaka ve ölüm sayılarının artmasından adeta memnun olduklarını düşünüyor.

  3. Hande dedi ki:

    “Kombinezonlu Esin” tartışması nedir?
    Durun, hemen “konu iyice magazine döndü” diyerek geri çekilmeyin. Bu tuhaf-gülünç tartışma aslında bize, “pandeminin” entelektüel kesimde yarattığı yeni siyasi saflaşma ve yeniden mevzilemeler hakkında önemli olduğu kadar da üzücü sosyolojik-politik-psikolojik veriler sundu.

    Önce konu hakkında bilgi verip sonra analizlerimize geçelim.

    Öncelikle bilinmesini isterim ki Prof: Dr. Esin Davutoğlu Şenol’un “Modern bir kadın ve saygın bir doktor olarak gericiler bana ve yaşam biçimime saldırıyor. Kıyafetim üzerinden hakaret ederek bir bilim insanını yıldırmak istiyorlar” temalı “mücadelesi”, kendisinin tanınmış bir hekim olmadan önce youtube’da yayınladığı videolardaki görüntüsünün ti’ye alınmasına ve “kombinezonlu” yakıştırması yapılmasına dayanıyor. O videolarda Profesör Hanım, kombinezona benzeyen bir kıyafet içinde sunum yapmaktadır. (https://www.youtube.com/watch?v=y627bvh9Hao)

    “Kadın” ve “yaşam biçimi” gibi hassas konuların, toplumun özellikle seküler kesiminde olağan üstü bir duyarlılıkla algılandığı gerçeğinden hareket ettiğimizde gelen ilk tepkilerin “Sana ne kadının ne giydiğinden?” şeklinde olması da anlaşılır bir şeydir. Yalnız bu, kendi hassasiyet algımızı her zaman doğru tarttığımız ve tepkilerimizi doğru hedefe yönelttiğimiz anlamına gelmez. Kendimizi bir “çağdaşlık savaşçısı” zannederken, gerçeklikten kopmuş bir yeldeğirmeni savaşçısına da dönüşebiliriz.

    Gelelim konunun en traji-komik tarafına. Burada, bizim mahallenin “gerici” ve “yobaz” diye kodladığı insanların (hiç değilse “kombinezonlu Esin” konusunda) günahlarının alındığını belirtmek zorundayım, çünkü o ifade “gericilere” değil bana aittir…

    Yani, “çağdaşlık ve haklılık” eğer kılık kıyafet ve dış görünüm ile ölçülecekse, tıpkı Esin Hanım gibi sarışın, şortlu ,”kombinezonlu”, sabahları köpek gezdirip akşam üzeri birasını yudumlayan, hayatı dindar yobazlık, son 20 yılda da AKP ile mücadele ederek geçmiş biri olan bana…

    Esin Hanım’dan bu konudaki farkım da “seçilmiş muhalifliğin” konforuna sığınma şansı olmamış, hakkında yüzlerce dava açılmış, işsiz bırakılmış, baskılar görmüş , yılları cezaevi duvarı ve adliyelerin önünde geçmiş bir “muhalif” olmak..

    “Öyle de olsa, bir kadına, bir hekime kombinezonlu diyemezsin” şeklinde parmak sallayanların sesini duyabiliyorum. Ben de o zaman şunları söyleme hakkımı kullanırım:

    Eğer ün kazanmış, kamuoyuna mal olmuş insanların sadece (varsa) “fikirlerine” değil, giyim, kuşam, saç stili, tercih ettiği çanta ve ayakkabı markası vs’lerine de eleştiri okları yöneltemeyeceksek, (kendim başta olmak üzere) biz neden yıllarca Emine Erdoğan’ın bir türlü tarz bulamamış o tuhaf kıyafetleri, Esra Elönü’nün abartılı makyajı ve botokslu dudakları, Hilal Kaplan’ın ‘kapçıklı’ gözleriyle alay ettik? Daha yakın zamanda Esin Hanım ve taraftarları, şarkıcı Yeşim Salkım’ı neden binlerce “Bornozlu” twitiyle aşağıladılar? Yıldız Tilbe neden düşünceleri ve görünümü ile aşağılanıyor? Bırakın ünlü birini, mitinge çarşafıyla gitmiş halktan, gariban kadınları neden günlerdir linç ediyoruz?

    Her şeyi unutmuş bir toplum olduğumuz acı gerçeğine istinaden şu kuralı bir kez hatırlatıp konunun bu boyutunu sonlandırayım:

    Ünlü olmak her zaman eğlenceli değildir, bazen de canınızı sıkarlar. Kamuoyuna mal olmuş politikacı, sanatçı, sporcu, iş insanı, gazeteci vs’nin “özel hayatı” yoktur. Taktığınız gözlükten dişinizde kalan maydanoz kırıntısına kadar bütün hayatınıza mikroskop tutarlar. Bunun önüne geçmek mümkün olamayacağına göre alışmaktan, tahammül etmekten, hoş görmekten; hatta tekâmül düzeyiniz el verirse yapılan eleştirilerden faydalanmaktan başka çareniz yoktur. Hayat, mahkemelere koşmakla, twitter’da destek tag’leri açtırmakla geçmez. Hamama giren terler.

    Sonra, “Bana hakaret edildi” diye ağlayan insanın, kendi yazdıklarına da dönüp bir bakması, “O bana kombinezonlu demiş ama ben de ona ahlaksız kadın, düşük, örümcek kafalı, toplumun safrası, orta doğunun bataklığı demişim, hatta kocasını bile işin içine karıştırmışım, kadına “çöldeki kutup ayısı” diyen yaşlı magandalara gülücük emojileri atmışım” diyebilecek iç teraziye sahip olmanız gerekir.

    “Biz hallederiz hocam” deyip sizi havalara sokan avukatlara yetki vermeden önce asliye hukuk mahkemelerinin “kombinezonlu” tasvirine mi, yoksa kullandığınız bu kelimelere mi daha çok hakaret cezası verdiğini araştırmanız lazım.

    “Ben artık ünlü ve uzmanlığı tescillenmiş biriyim, hiç bir şeyi araştırmak, kimse ile empati yapmak zorunda değilim” noktasına gelmişseniz, sizi daha çok hırpalarlar, benden söylemesi.

    Buradan, “Pandemi ile ünlü olanlar” başlığına geçebiliriz.

    Bildiğiniz gibi, daha önce adını duymadığımız pek çok doktor “pandemi” söylemi ve iklimi ile hayatlarımıza giriverdi. Yaratılan ilk korku fırtınasının etkisi ile 2020 Mart-Mayıs döneminde ben de kendilerini “uzman” olarak lanse eden bu kişilere dört elle sarıldım. Söyledikleri her şeyi doğru gördüm ve dediklerine harfiyen uydum.

    Sonra, içimdeki bir his bana bir şeylerin hiç de mantıklı gitmediğini fısıldamaya başladı. Bu noktaya geldiğimde baktım ki ben makarna paketlerini musluğun altında sıcak su ve sabunla yıkayan, alışveriş poşetlerini çamaşır suyuna batırdıktan sonra mandalla balkona asan bir ‘divane’ haline gelmişken, bunları yapmazsam öleceğimi söyleyen doktorlar, gayet bakımlı, makyajlı, neşeli bir şekilde nerdeyse 24 saat ekrandalar! Durum tam bir “Halka verir talkını, kendi yutar salkımı” örneğine dönüşürken bu “uzmanlar”, işi gittikleri tatil yerlerinden maskesiz-mesafesiz fotoğraflar paylaşmaya kadar götürdüler.

    Derken, “doktora şiddet” haberlerine, tekil olayın içeriğine bakmadan kategorik olarak tepki gösteregelmiş bizlerde bir “Acaba?” sorusuna neden olmaya başlayan tavırlar, üsluplar, yaklaşımlar baş gösterdi.

    Hayatımız boyunca saygıda kusur etmediğimiz, her türlü eleştiriden muaf tuttuğumuz, yazdıkları ilaç zehir olsa tereddüt etmeden içtiğimiz doktorlar, son derece şımarık ve sorumsuz üsluplarla halktan kişileri sosyal medya hesaplarından aşağılamaya başladılar…Ölümle bu kadar korkutulmuş insanların, saygılı bir üslupla “Hocam, kekik suyu içsem iyi gelir mi?” şeklindeki masumane sorularını bile takipçileri ile bir olup aşağılama ve alay konusu yaptılar. DSÖ’nün önerdiği protokolden başka tedavi yöntemleri olabileceğini gündem getiren meslektaşları dahil hepimiz bir anda “cahil, düz dünyacı, yobaz, gerici, bilim karşıtı” oluverdik. Bir yakınının hastalık sürecini anlatıp bilgi almaya çalışan vatandaşlar bile hakaret yağmuru altında bloklandılar. Oysa biz, bir hekim için sahadan gelecek geri bildirimlerin her zaman çok önemli olduğuna, hele de bu kadar “bilinmeyen ve tehlikeli” bir virüs söz konusu ise daha çok değer kazanması gerektiğine ve bunların mutlaka raporlanacağına inanmış, öyle öğrenmiştik…

    Ancak gördük ki hekimler, hiç bir sorumluluk almadan üst perdeden önerdikleri-dayattıkları tedavilerin geri dönüşüne ilişkin hiç bir şey duymak istemiyorlar. “Aşınızı mutlaka olun” diye bastırıyorlar, hatta hükümete aşı teredütü yaşayanların sürek avına tabi tutulmasını öneriyorlar ama “Hocam, aşılarımı oldum ama kendimi iyi hissetmiyorum” diyen herkesi fanatiklerine linç ettirdikten sonra blokluyorlar. “Hocam, ben biraz okuma yaptım, bu mRNA’nın deneysel aşamada bir teknoloji olduğunu düşünüyorum” diyenler “Sen doktor musun?” diye azarlandıktan sonra yine bloklanıyorlar.

    Bu durum hiç normal değil ve bizim bunun nedenlerini araştırıp bulmaya, kuşkularımızı daha diri tutmaya hakkımız var.

    Aslında burada halen olayın ‘yüzeysel’ boyutuna bakmaktayız. “Pandemiye” kendisini önceden hazırladığı anlaşılan uluslararası ilaç ve aşı devlerinin yaptıkları muazzam PR yatırımına henüz girmedik. Kendilerine medyatik olma şansı verilmiş doktorların tuhaf davranışlarını çözmeye çalışıyoruz sadece.

    Bu bağlamda elimizdeki örneklerden birisi de “kombinezonlu” sataşması üzerinden kendisine “Gericilerin saldırısı altındaki bilim kadını” postu çıkarmaya çalışan Esin Davutoğlu Şenol. (Hep onlar mı bizi denek yapacak?)

    Davutoğlu, yukarıda örneklediğimiz yanlış doktor üslubu konusunda bir hayli öne geçmiş bir isim. Youtube’da dövme ve piercing videoları paylaşırken, altı ay içinde “referans makamında bir bilim kadını” ilan edilmenin çalkantısı ile pek de başarılı savaşamadığı görülüyor. Medya, insanı hiç fark ettirmeden zehirler. Kendinizi Marie Curie zannederken, mayın merkebi olduğunuzun farkına infilak edene kadar varmazsınız. Hele de politik alt yapınız zayıf ve medyanın, koynuna girmeden önce yüz kez düşünülmesi gereken bir canavar olduğunu bilmiyorsanız tehlike altındasınız demektir. Şan, şöhret ve parayı hiç kimseye karşılıksız vermezler. Kullanım süreniz dolunca da bir kenara atılırsınız.

    Kombinezon tartışması bize kendini “muhalif” ve “bilim yanlısı” olarak adlandıran entelektüel etiketli bir kesimin savrulduğu politik-psikolojik-sosyolojik zemin hakkında da değerli veriler sundu. Bu konuda Esin Şenol’un twitleri altına yazılan destek yorumları ve “esin şenol yalnız değildir” tag’ına yazılanlar, araştırma yapmak isteyenler için verimli bir membadır.

    Görünen tablo o ki 20 yıllık AKP iktidarı boyunca kendilerini “Çağdaş, muhalif, yobazlık karşıtı” vs. şeklinde konumlayan bir zümre, o gün bu gündür bilgi ve deneyimlerine hiç bir şey katmamış. Olanlardan ders çıkarmayı kategorik olarak reddettiği için “doğrularının” zaman içinde nasıl nasırlaşıp “yanlışlığa” dönüştüğünü de fark edemiyor. Kendisi her zaman aydın, okumuş ve bilinçli; karşısındakiler ise her zaman “cahil, yobaz, bilim karşıtı ve düz dünyacı”. Bu toptan bakıştan kopmamakta o kadar dirençliler ki “karşıdakilerin” içindeki sonsuz gri tonundan birini bile göremiyorlar. Bırakın, “karşıdakini”, kendileri ile aynı siyasal-ideolojik safta olanları bile bir hamlede “yobaz” çuvalına atıverebiliyorlar. Oysa bilim bize yaşayan bir organizma olarak toplumun, sürekli değişim ve devinim içinde olduğunu söylemez mi? Hayır, 20 yıldır toplumu bir natürmort tabloyu seyreder gibi seyretmişler. Köprülerin altından akan suların sesini bile duymuyorlar.

    Örneğin, doktorundan gazetecisine, meslek örgütü yöneticisinden sanatçısına “Esin Şenol Yalnız Değildir” tag’ine koşanların yüzde yüze yakın bölümü “kombinezon” tartılmasının ne olduğunu, neden kaynaklandığını hiç bilmiyor. Bilmediği gibi, merak da etmiyor. Bir tanesi “Konunun ne olduğunu anlamadım ama mutlaka Esin Hocam haklıdr” diye twit bile atmış(!) Herkes “Esin hocamıza gericiler saldırmış dediler, sopaları alıp geldik” modunda. Hani toplumun kültürel bakımdan geri ve mutaassıp kesimlerini “Aleviler camiyi yakmışlar” diye galeyana getirmek bizde adettendir ve yüz yıllardır hiç vazgeçilmeyen masrafsız bir provokasyon yöntemidir ya, “bilim yanlısı” kesimde de aynısının “Kadınlarımızın çatalına laf edilmiş” versiyonu maalesef iş yapıyor.

    Tenakuz bitecek gibi değil. Örneğin, “kombinezonlu” diyenin kim olduğunu hiç merak etmeden kafasında hemen çember sakallı, şalvarlı bir “mürteci” yaratıp yeldeğirmeni taşlamaya girişen bu “bilim yanlıları” muhalifliklerinden, iktidar karşıtlıklarından da hiç taviz vermiyor. “İyi de bu Esin Hoca iki yıldır pandemi konusunda AKP hükümeti ile çalışmıyor mu? Her gün ekranlarda boy göstermesine kim izin veriyor?” diye sormadıkları gibi, sırf “kombinezonlu” dedim diye Süleyman Soylu’nun polisleri eve baskın yapıp beni ters kelepçe ile derdest etse alkış tutacaklar(!)

    Bu iş daha çok su kaldırır, şimdilik burada bırakalım. Profesör Hanım, “kombinezonlu” ifadesinin hakaret olduğuna hükmedip suç duyurusunda bulundu. Ben de kendisinin hakkımda sarf ettiği “Müptezel, ahlaksız kadın, örümcek kafalı, düşük” ifadelerini mahkemeye taşıdım. Neyin hakaret olduğuna karar vermek yargının işi ama ben kendi adıma bu olayın mahkemeye taşınmasından memnunum. Pandemi ve aşı konusunda farklı düşünceleri olan bizlerden her ortamda iki yıldır kaçtılar. “Aşıdan tereddüt ederek para kazandığımız” gibi akla ziyan suçlamalarla bile karşılaştık. Bu vesileyle itirazları mahkeme kayıtlarına geçirmiş olur, hatta kimin ne kazandığı hakkında maliyeden celp bile talep ederiz.

    Sadece dinin değil, bilimin yobazlarından da kurtulmak dileğiyle.

    Fatma Sibel Yüksek

    twitter@FatmaSibelYkse1

    13.09.2021
    https://www.patreon.com/posts/56138675

  4. Sude dedi ki:

    Bırakınız kudursunlar Esin Hocam

    Aşı karşıtlarının maskesini bir bilim kadını aşağı indirdi.

    Esin Davutoğlu Şenol.

    Esin Hoca, pandeminin başından beri toplumu bilgilendirmek için canını dişine takmış koşturan bir bilim kadınımız.

    Dürüst, bildiğini söyleyen, kıvırmayan bir aydın.

    Aşıların devreye girmesinden bu yana da aşılarla ilgili en samimi bilgileri paylaşan hatta bir programda bu nedenle benimle tartışan bir hocamız.

    Gerçek neyse açık açık söyleyen, bilgi saklamayan gerçek bir bilim insanı.

    Aşı karşıtları ve bunları pompalayan “cehalet ana bilim dalı”nın üyeleri şimdi Esin Davutoğlu Şenol’a yeni bir saldırı başlattılar.

    Ama kendisini bilgi ile yenemeyeceklerini bildikleri için saldırı “giyim kuşam” üzerinden.

    Giydiği her şeyin kendisine çok yakıştığını ekrandan da sıklıkla söylediğim, şıklığına hayran olduğum Esin Hoca’ya çok da yakışan, giydiği askılı bir bluz üzerinden saldırıya geçtiler.

    Bu saldırıyı başlatan ise bir kadın.

    “Kombinezonlu Esin” diyerek hücum ediyorlar.

    Çünkü söyleyecek bilimsel, elle tutulur bir laf olmayınca kılık kıyafet üzerinden saldırmak en kolayı.

    Aman Esin hocam siz bu saldırıya ne aldırın, ne takın.

    Benden duymuş olmayın ama bu saldırının nedeni sadece aşı olamaz.

    Bence işin altında hemcinse yönelik bir kıskançlık da var.

    Siz yine şık şık giyinip çıkın ekranlara.

    Bırakınız kudursunlar.

    Ne bilginize yetişebilirler ne de şıklığınıza.
    https://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli-1001/3191928-babacan-chp-ye-rakip-parti-kurmadi

Siz de yorumunuzu paylaşın: