GÜVENSİZLİK PANDEMİSİ- PARÇALANMADAN ORTAKLAŞMA

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Abdurrahim Toprak‘ ın Fikir Coğrafya’ sındaki yazısı:

Gelecekte, bugünü anlamaya çalışan insanlar bazı duyguların ve kavramların insanların hayatında belirgin şekilde öne çıktığını, öne çıkanlar arasında güvensizlik hissinin diğerlerinden ayrıştığını; bu hissin diğer duygu, düşünce ve davranışları da belirlediğini görecektir.

İtimat, güven, güvensizlik hepimizin malumu olan kavramlar. Genel itibarla lügat tanımları gündelik dilde iletişim kurarken ihtiyacımızı karşılar. Bu kavramlar üzerine biraz daha düşündüğümüzde güvensizlik kavramının geniş bir anlam dünyası olduğunu görürüz.

Bize beklemediğimiz ya da beklediğimiz bir yerden dokunacak zararın var olduğu düşüncesi güvensizlik hissini doğurur. İnsandan ya da insan dışı varlıklardan bize bir zarar dokunması ihtimali bu duyguyu içimizde daima canlı tutar ve “güvenmeyiz.” Bize zararı dokunmayacak “güvenli” bir iklim inşa etmek isteriz ki şehirden devlete, sigortadan sosyal güvenlik sistemlerine kadar birçok “organizasyon” bu masum duygudan doğar. Ancak bu yazının konusu özellikle pandemide baş gösteren “güvensizlik” duygusunun mahiyetine yöneliktir.

Güvenimizi sarsan en bilinen durum; muhataplarımızın bize yalan söylemesi, bizi aldatıp kendilerinin kazanması ve bizim kaybetmemiz esasına dayalı bir süreci işletme ihtimalleridir. Dijital iletişimle birlikte güçlenen post truth ikliminde “her önermeyi” ispat etmeye yarayabilecek kadar çok veri üretebilme bu verilerle toplumu manipüle etme imkânı doğmuştur. Yani haber kaynaklarını-haberleri belli bir algıyı oluşturacak ve belli bir algıyı yok edebilecek biçimde kullanmak imkânı.

Mesela aşının zararlı olduğuna dair istediğiniz kadar veriye ulaşabilir ve geleneksel ya da dijital medya sayesinde bunu “ispat” edebileceğiniz gibi, aşının faydalı olduğuna dair de istediğiniz kadar veriye ulaşabilir, iletişim-medya araçları vasıtasıyla bu fikri de “ispat” edebilirsiniz. Bu post truth ikliminde aşının gerçekte faydalı olup olmadığı değil medya-iletişim sürecine maruz kalan “kalabalığın” neyi doğru neyi yanlış kabul ettiği belirleyici olacaktır.

“Aşı zararlıdır.” diline ikna olmuş olanlar diğerlerine, “Aşı faydalıdır.” diyenler de diğerlerine güvenmeyecektir. Bu iklimi var etmek bugün çok kolaydır. Mesele dijital medyaya-geleneksel medyaya içerik ve veri üretmek bunu dolaşıma sokmaktır.

Modern çağda her şeyi bilmek, her şeye aklı ermek, her şeye gücü yetmek vehmini “bilgi” olarak kabul eden modern bireyin güvensizliği aşı örneğinden ibaret değil tabii ki. Bu süreçte birçok şeye güvenmediğimiz belirgin biçimde görünür oldu.

Hepimizin buluştuğu nokta: G ü v e n m i y o r u z!

İnsanlık pek nadir böyle bir ortaklaşmayı yaşar herhalde. Evet topyekûn güvenmiyoruz, son noktada geldiğimiz yer bu. Güvensizlikte ortaklaşıyoruz ancak bu ortaklaşma tam bir ortaklaşma değil. Herkesin güvenmediği şey aynı şey değil.

Bir kısım insan yönetenlere güvenmiyor:

Dünya bir felaketler fırtınası yaşarken yönetenlerin diline güvenmiyoruz. Vaka sayıları, ölüm sayıları şeffaf değil, yönetenler eskiden de olduğu gibi rakamları manipüle ediyor. İnsanlardan gerçekleri gizliyorlar. Niçin? Yönetenler kendileri için çıkar temin edecekler ve yönetilenler mağdur edilecekler. Devletleri, uluslararası kurumları yönetenler; toplumlardan, kalabalıklardan hülasa insanlıktan birçok gerçeği gizliyor. Yönetenlerin daima gizli ajandaları var. Dolayısıyla beyanları da bu nispette güvenilirdir.

Peki yönetenlere karşı bu duygunun oluşmasına neden olan yüzlerce veri, belge ve bilgi ile bu yaklaşımın haklılığını ispat mümkün müdür? Pek tabii veri, bilgi ve belgeler bunu ispat edecek biçimde kullanıp bu dili kâfi derecede tekrar ederseniz, bu konuda çok fazla metin, görsel materyal üretirseniz bunu ispat etmek mümkündür.

Mesele yönetenlerin güvenilmez olması değil kalabalıkların bunu böyle kabul etmesidir. Bu, gerçeği belirler ve dönüştürür.

Bu dönüşüm konvansiyonel devleti de dönüştürebilecek güce sahiptir. Devlet “gücün” temerküz etmesidir. Para ve silahın etkinliğini “veri-bilgi” kavramına bıraktığını düşünürsek geleneksel devletlerin yerini neyin alacağını kestirmek çok da zor olmaz. Artık geleneksel devletler bu güvensizlikle yaşamayı sürdüremez. Onların yerini insanlığın gizli-açık tüm bilgilerini elinde bulundurup diledikleri zaman insanlığı diledikleri gibi manipüle edecek yeni nesil data devletleri alabilir. Uzak ya da yakın bir gelecekte.

Bir kısım insan dine güvenmiyor:

Tanrı bunca felaket, masum zalim demeden herkesi cezalandırırken hiçbir şey yapmıyor; duaları, yakarışları duymuyor üstelik din adamları aşı ya da ilaç da geliştirmiyor. Ne varsa yine bilimde var. Modern dönemde iktidardan düşen din, muhalefetteki yerini de kaybedecek. Dinlere de güvenmiyoruz.

Peki dine karşı bu güvensizliğin haklı nedeni olarak gösterilecek bilgi, bulgu, belge var mıdır? Kâfi miktarda vardır. Bir amaca yönelik olarak bunları uygun bir dille ifade ederseniz kalabalıkları ikna etmeniz mümkündür.

Bir kısım insan bilime güvenmiyor:

Tarihte yaşanmış tüm felaketlerde olduğu gibi bu felaket de bir yerde doyup durulacak. Sonra belki bilim bir çare üretecek ama iş işten geçmiş olacak. Milyonlar öldükten sonra. Gözle görülmeyen bir zerre yüz binlerce bilim insanını çaresiz bıraktı. Bu nasıl bilim? Belki de bu felakete bilim insanları sebep oldu. Laboratuvarda modifiye ettikleri bir virüs kontrolden çıktı. Belki de bilerek sızdırdılar ve dünya nüfusunu kontrol etmek için bu felaketi doğurdular. Atom bombası da “bilimin- bilim insanlarının” bir ürünüydü. Çernobil’i unutmadık. Bilimin olmasa da bilim insanlarının sicili bozuk. Yani ilaç ve teknoloji firmalarının, bazı bilim insanlarının bozuk sicilini kullanarak “bilimin ve bilim insanlarının kıyameti getireceğine” pek tabii kalabalıkları ikna edebiliriz. Çünkü bu bağlamda da mebzul miktarda veri bulabiliriz.

Bir kısım insan sermayeye güvenmiyor:

Büyük sermaye her zaman “insanlık” için çalıştığını söylese de artık onların gizli ajandaları sağır sultana malum. Sermayelerini daha da büyütmek, insanlığı köleleştirip, yok edip dünyayı mutlu bir azınlığa tahsis etmek istiyorlar. İnsana sundukları en ufak konforun karşısında insandan hürriyetini, sağlığını, fıtri olan özelliklerini alıyorlar. Ezoterik tarikatlar gibi hepsi iki yüzlü. Din, bilim ve teknoloji en büyük silahları. Her şeyi kendi çıkarları için kullanıyorlar. Bu yaklaşım aslında kimsenin pek tartışma konusu etmeyeceği hemen hepimizin ikna olmuş olduğu bir yaklaşımdır.

Bir kısım insan teknolojiye güvenmiyor:

Kullanıyor ama güvenmiyoruz. Akıllı bir cihazın aslında aklımızın düşmanı olduğuna inanıyoruz. Saniyelik bilgi edinme ve iletişimimizin; tercihlerimizden fikirlerimize, inançlarımızdan alışkanlıklarımıza kadar tüm sırlarımızı ele verdiğini biliyoruz. Bu verilerin depolandığı dataların sahiplerinin bunları istedikleri zaman bizi yönetmek için kullandıklarını ve kullanacaklarını biliyoruz. Teknolojinin bize sağladığı konfor için sadece para ödemediğimizi, birçok insani, fıtri özelliğimizi de bu konfor için bedel olarak feda ettiğimizi biliyoruz. Bütün bu farkındalıkla birlikte hem teknolojinin nimetlerinden faydalanıyor hem de teknolojiye güvenmiyoruz. Teknolojinin getirilerinden çok götürüleri olduğuna dair çok sayıda veriyle insanlığın en büyük düşmanının teknoloji olduğuna kalabalıkları ikna etmek mümkündür.

Dijital iletişim yukarıdaki zikrettiğimiz başlıklarda sayısız gerekçe, bilgi-bulgu ve veriyi kullanarak sayısız gerçek olmayan ama gerçekmiş hissi uyandıran bilgi-bulgu ve veriyi kullanarak neye güvenip neye güvenmeyeceğimiz konusunda bize seçenek sunuyor. Aslında seçtiğimiz perspektifi “hür irademizle seçip seçmediğimiz” de bir tartışma konusu. Maruz kaldığımız dijital iletişim mecrası seçenekler arasında seçim yaparken de büyük ihtimalle bireyi manipüle ediyor. Ve çağın insanı “bence bu güvenilmez” diyor ve “bence” yaklaşımının hür iradeyle belirlenmiş bir yaklaşım olduğunu düşünüyor. “İnsanın hürriyeti” meselesi acaba hiç bu kadar tartışma konusu olmuş mudur?

Hülasa aslında insanlık son noktada güvensizlik duygusunda ortaklaşsa da aslında yine fikir olarak paramparça. Parçalanmada ortaklaşma: müthiş ironi

Devamını okumak için: https://www.fikircografyasi.com/makale/guvensizlik-pandemisi-parcalanmada-ortaklasma

Yazı için 4 yorum yapılmış:

  1. Mustafa Ali dedi ki:

    Çok beğendim

  2. Emrah dedi ki:

    İyi bir yazar durumu çok güzel izah etmiş. Şu saptamasına ben de katılıyorum. insanlar güvensiz ama her iki grubun güvensizliğinin nedenleri başka.

  3. Alişan Yıldıran, Çocuk İmmünoloji-Allerji Mütehassısı dedi ki:

    Görünüşde iyi ama eksik bir değerlendirme…

    Neden derseniz bilgi ve düşünce dağarcığınız dar ise doğru mütalaada bulunmanız mümkün değildir.

    Aşılar asla doğal bağışıklığın yerini tutmadıkları gibi, daima zarar verir. Bu sebeple, ancak kısıtlı endikasyonlarda kullanılmalarına cevaz verilebilir.

    Bunun başka bir konudaki misalini bugün muhterem Engin Ardıç çok güzel vermiş. Üstelik kendisi aşı konusunda hiç bir şey bilmediği ve okumadığı, düz dünya ile aynı şey zannettiği halde, buyrun;

    https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ardic/2021/04/24/beyinleri-boyle-yikiyorlar

  4. Dr. Alişan Yıldıran Bey’in yorumuna dair.
    Yukarıdaki yazı aşının “neliği”ne dair bir yazı değildir. Üstelik bu konuda yazı yazmak benim haddim de değildir. Çünkü “maruz kaldığımız türlü propagandalar” dışında aşıya dair bilgim ve uzmanlığım yok. Bu konuda hüküm verip iddiada bulunmak ehlini alakadar eder. Yazı yaygın ve yerleşik güvensizlik duygusuna dairdir. Aşı, virüs, yönetenler, bilim, din, sermaye, teknoloji gibi kavramlar etrafında çağın insanının nasıl çatıştığı üzerine sesli düşünülmüştür. Konu epistemoloji, ve sosyo-psikoloji kavramları ile alakalıdır. Ancak örnekler popüler konulardan seçilmiştir. Okuyucu muhtemel ki kendi mütehassıslığı sebebiyle benim aşı örneğine odaklanmış ve yazarın aşı taraftarı olduğunu sanmış ve bu bağlamda “bilgi ve düşünce dağarcığının darlığına” atıfla bir fikir beyan etmiştir. Eğer metni bağlam-konteks bütünlüğünde anlayabilmiş olsa yazarın bir iddiada bulunmadığı bir durum tespiti yapmış olduğunu kolaylıkla anlayabilirdi. Ancak anlayabilmek “anlamak maksadıyla okumak” ile mümkündür. Burada mesele post truth iklimini inşa eden dijital ve geleneksel medyayı kullanan ” tarafların” kendilerinin haklı olduğuna iman edip, bunu muhataplarına dayatma çabasıdır. Yani hakikat ile üretilmiş gerçekliğin çatışması meselesine dikkat çekilmek istenmiştir. Bir örnekle izah edelim: kum… kum bir mühendis için başka bir müteahhit için başka, tüccar için başka, cam ve seramik sektörü için başka, sanatçı için başka, turist için başka, fizyoterapist için başka bir gerçeklik ifade eder. Ve her biri kumla ilgili bir gerçeklik inşa eder. Burada dili büyütür. Ancak kumun hakikati ayrı ayrı bu gerçekliklerin tamamından fazladır. Bilinen ve bilinmeyenleri ile kumun var oluşu onun hakikatidir. Kumun hakikati kuma dair üretilen gerçekliklerin kimiyle örtüşür, kimiyle çatışır, kimini kapsar. Bu yazıdan yazarın maksadı hayatın hakikati ile hayata dair üretilen gerçekliklerin bağına dairdir. Bu bağ koparıldığında (ticari,siyasi vb. kazanç maksadıyla) toplum artık herhangi bir şeye güvenemez olur. Bu güvensizlik çatışan bir toplum var eder. Yazının konusu bu yaygın ve yerleşik güvensizlik ve onun doğurduğu çatışma ile ilgilidir. Ve yazar verdiği örneklerdeki taraflardan herhangi birinin savunucusu ve sözcüsü değildir. Yazıda da böyle anlaşılabilecek herhangi bir ifade yoktur. Yazar sadece “hakikate” yönelik bir tecessüs sahibidir. Eğer okur bir metne yaklaşırken kendi bildiklerinin mutlak hakikat olduğu “vehmini” bir yana bırakıp metnin ne olduğunu doğru anlamak üzere okursa metne dair doğru çıkarımlar yapar. Aksi durumda yapacağı yorum metinle alakasız, konudan bağımsız ve mesnetsiz bir yorumdur.

Siz de yorumunuzu paylaşın: