Edebiyat Haber‘ de yayınlanan mülâkat:
Prof. Dr. Sadi Güleç’le geçtiğimiz günlerde Bilgi Yayınevi’nden çıkan kitabı “Anjiyo Olmanız Gerekiyor” üzerine bir söyleşi yaptık.
Merhaba, öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Doğma büyüme Ankaralıyım. Çoğu arkadaşımın gri şehir diyerek burun kıvırdığı bu şehri nedense çok seviyorum. Ortaokul ve liseyi Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nde okudum. Ardından hiç aklımda yokken üniversite sınavı öncesi son gece tıp okumaya karar vererek Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdim. Aynı üniversitede kardiyoloji (kalp ve damar hastalıkları) ihtisası yaptıktan sonra bilgi ve görgümü artırmak üzere hocalarım beni bir süreliğine ABD’ye (Cleveland Clinic/Ohio) gönderdiler. Görgüm ve bilgim arttı mı bilemiyorum ama vizyonumun genişlediğini söyleyebilirim. Döndükten sonra 2000 yılında doçent, 2005 yılında profesör oldum. Halen Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapıyorum.
Bize bu kitabın öyküsünü anlatır mısınız? Kitap yazma fikri nasıl oluştu?
Öncelikle Türkiye’de kalp damar hastalığı konusunda çok iyi yetişmiş hekimlerin bulunduğunun altını çizmeliyim. Bu hekimler tıp dünyasındaki gelişmeleri son derece yakından takip ediyorlar ve hastalarını tedavi ederken bu bilgileri başarıyla uygulamaya çalışıyorlar. Ancak hastaların hastalıkları konusunda bilgilendirilmesi konusunda ciddi eksikliklerimiz var. Bunun başlıca nedeni hekimlerin yeterince vakti ve sabrı olmaması. Bazen de sorun hekimin bir şeyler anlatmaya niyetlense de hastayla değil de bir meslektaşıyla konuşuyor gibi tıbbi terimlerle dolu cümleler kurmasından kaynaklanıyor. “Koroner arterlerinizdeki endotel hücrelerinin oksidatif strese maruz kalması neticesinde circumflex arterinizde aterom plağı gelişmiş” diyen bir hekim tüm iyi niyetine rağmen maalesef hastaya pek de yardımcı olmuştur diyemeyiz.
Diğer bir mesele sağlık hizmetinin gün be gün daha da ticarileşiyor olmasıyla ilgili. Bir hastaneye yolunuz düştüğünde hakkınızda alınan anjiyo veya ameliyat gibi kararların ciddi şekilde sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. İnanın ortalık tuzaklarla dolu.
Sanırım bu tür düşünceler zihnimde belli bir yoğunluğa ulaştı ve içimden bir ses bana hadi hastaların anlayabileceği dilden faydalı bir kitap yaz dedi. Olay budur.
Ülkemizde bir numaralı ölüm sebebinin kalp damar hastalığı olduğunu biliyoruz ve siz kitabınızda bunun önlenebilir bir hastalık olduğunu, her on kalp krizinden sekizini önleyebileceğimizi söylüyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Kalp krizi deprem gibidir. Birdenbire gelir ve sevdiklerimizi alıp götürür. Böyle bakınca sanki kaderde varsa kalp krizinden kaçamazmışız gibi görünüyor. Ama bir deprem uzmanının bakış açısıyla bakarsak deprem hiç de öyle öngörülemeyen bir durum değildir. Mesele yaşadığımız evin fay hattında olup olmadığı, binamızın depreme dayanıklı inşa edilip edilmediği gibi değişkenlerle yakından ilişkilidir.
Örneğin depreme hazırlıklı bir ülke olan Japonya’da 6 şiddetinde bir depremde kimsecikler ölmezken hazırlıksız ülkelerde böyle bir deprem yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanabiliyor. Şimdi kalp krizi deprem bağlantısını biraz daha somutlaştırmaya çalışayım. Eğer anne, baba ya da kardeşlerinizden biri 50-60 yaşından önce kalp krizi geçirmiş veya aniden ölmüş ise bilin ki siz doğduğunuz günden itibaren fay hattı üzerindesiniz. Yani hayata 1-0 yenik başladınız. Eğer siz bunu önemsememiş ve sigara içmekteyseniz bu durumda evinizi dere yatağının üzerine kurmuşsunuz demektir. Temeliniz son derece zayıftır.
Buna ilave olarak kolesterolünüz ya da tansiyonunuz yüksek ise bunun anlamı oturduğunuz evin taşıyıcı kolonlarının sayıca olması gerekenden daha az olduğudur. Bir de şeker hastasıysanız evinizin inşaatı sırasında gereği kadar demir ve çimento da kullanılmamış demektir. Böyle bir evde yaşıyorsanız bırakın 6’yı 4.5-5 şiddetinde bir depremde bile yerle yeksan olabilirsiniz. İnsan elbette bir ev, kalp krizi de deprem değildir ama sigara içen, kolesterol ve tansiyonu yüksek biriysek ya da şeker hastasıysak kalp damarlarımız ciddi derecede risk altındadır.
Sahip olduğumuz bu risk faktörlerine gereken özeni göstermezsek her an kalp krizi geçirebiliriz. Hiçbir şikayetimizin olmaması, kendimizi son derece sağlıklı hissetmemiz de maalesef bu gerçeği değiştirmez. Diğer yandan yapılan araştırmalar gösteriyor ki sadece sigara, kolesterol ve yüksek tansiyon üçlüsünden kurutulursak bunun anlamı kalp krizi geçirme ihtimalimizin %80 oranında azalacağıdır. Bu inanılmaz bir fırsat ama korkarım bu konuda yeterince farkındalığımız yok.
Bir de galiba doğamız gereği kimse kalp krizi gibi kötü bir hadisenin kendi başına geleceğine inanmıyor. Sanki kötü hastalıklar hep başkaları için var. Hal böyle olunca Avrupa’nın en genç yaşta kalp kriziyle tanışan ülkesi olmamıza da şaşırmamalı.
Uzakdoğuluların hekimlik sanatıyla ilgili olarak yaptıkları kötü, sıradan ve iyi doktor tanımlaması var. Çok hoşuma gidiyor. Buna göre kötü doktor hastalığı tedavi edemeyen doktordur. Umarım kimse böyle doktorların eline düşmez. Hastalığı başarıyla tedavi eden doktor sıradan doktor olarak tanımlanmış. Peki iyi doktor kim o zaman derseniz iyi doktor hastalığın oluşmasını önleyendir diyorlar.
Umarım bu kitap ile kalp damar hastalığının önlenebilmesi konusunda küçük de olsa bir farkındalık yaratabilmişimdir.
Kitabınız alan bir okur kitabınızda neler bulacak?
Kitapta kalp damar hastalarını bekleyen çetrefilli yolculuğu sade ve anlaşılır bir dille anlatmaya çalıştım. Hastalık neden olur, nasıl ilerler, önlenebilir mi, anjiyo nasıl bir tetkiktir, anjiyo olmanın zararları var mıdır, stent nedir, en iyi stent hangisidir, stent takılınca ya da baypas ameliyatı olunca kalp damar hastalığı ortadan kalkar mı, ne yaparsak hastalığın seyrini olumlu anlamda değiştirip ömrümüzü uzatabiliriz, kalp damar hastasının günlük yaşamı nasıl olmalıdır, egzersiz yapabilir mi, ne yiyip ne içmelidir, oruç tutabilir mi, seks hayatı devam edebilir mi? gibi soruların yanıtlarını özetledim.
Ayrıca bu hastalığın seyrinde bir çok yol ayrımıyla karşılaşacağımızdan, bazen önemli kararlar vermemiz gerekeceğinden, seçimlerimizin ve kararlarımızın geleceğimizi nasıl etkileyeceğinden bahsettim. Yolculuk sırasında maalesef bazı ticari tuzakların da bulunabileceğini ve bu tuzaklara hazırlıklı olmazsak yok yere canımızın yanabileceğini anlattım.
Okurlarınıza ve kalp damar hastalığı olanlara neler tavsiye edersiniz?
Bu sorunun cevabını verirsem kitabı kimse okumaz diye kaygılanıyorum. Zaten kısa bir cevabı da yok maalesef. Yine de oyun bozanlık yapmamak için birkaç cümle ile cevap vermeye çalışayım. Öncelikle kalp damar hastası değilsek bunun kıymetini bilelim ve olmamak için gereken özeni gösterelim. Tansiyonumuzun, şekerimizin, kolesterolümüzün kaç olduğunun farkında olalım. Sigaranın berrak geleceğimizi nasıl bulanıklaştırdığını unutmayalım. Evimizi sağlam inşa edelim.
Hastalık bizi yakalamışsa bunu da fırsata dönüştürelim. İlk yakalandığımız gün gibi savunmasız olmadığımızı bilelim. Artık bizi hasta eden risk faktörlerinin farkındayız ve bunlardan kurtulmak için yaşam biçimimizi değiştirdik. Sigara çöp kutusunu boyladı. Doktorumuzun önerdiği ilaçları da eksiksiz kullanıyoruz. Her günün yarım saatini egzersize ayırdığımız için fiziksel olarak daha iyi durumdayız.
Kendimize vakit ayırmak ve sağlıklı adımlar atmak ruhsal anlamda da bize iyi geldi ve artık kendimizi hasta ve mutsuz hissetmiyoruz. Kalbimiz de eskisinden daha güçlü. Bir köşede sigara içen, tansiyon ve kolesterolü yüksek olduğu halde bunun farkında olmayanlardan daha iyi durumdayız. Onlar kalp krizinin çirkin yüzüyle karşılaşmayacaklarını zannederek kağıttan konaklarda yaşarken biz dere yatağındaki evimizden taşındık ve sert kayalık zemine sağlam bir ev inşa ettik.
* Bu söyleşi Edebiyat Haber‘de yayımlanmıştır.
Kaynak: http://ahmetrasimkucukusta.com/wp-content/uploads/sadi-2-150×150.jpg