TİPİK BİR AŞI HASTALIĞI DAHA: HİPERTANSİYON!*

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Prof. Dr. Alişan Yıldıran‘ ın yazısı:

Hipertansiyon kelimesini duymayan var mı?

Doktorunun, annesinin, eşinin ‘yemeğe bu kadar tuz atma’ cümlesini işitmeyen kaç kişi var?

Hiç düşündünüz mü, hipertansiyon neden bu kadar önemli?

Acaba Roma’yı fethetmek üzere iken burun kanaması ile ölen, Vatikan’ın tanrının kılıcı dediği Büyük Türk Attila, hipertansiyonlu muydu? Yoksa zehirlendi mi, yoksa ikisi birden mi (1)?

Bin sene sonra bir başka Büyük Türk’ün Sultan Fatih’in de yine Roma’yı fethetmek üzere öldü/rül/düğünü yazmışdım (2). Neden acaba? Bu Roma’da neyi saklıyorlar, bilen var mı?

Peki, ya size %90’ı ‘esansiyel’ yani sebebi bilinmeyen denilen (3) hipertansiyonun sebebinin immünolojik yani aşılarla ilgili olduğunu (!) söylersem ne dersiniz!?….

Yaa, belki 15-16 yıl önce bizim fakülteden tanıdığım değerli Prof. Dr. Tekin Akpolat’a o sırada okuduğum bir makalede çinlilerin çok tuz tüketmesine rağmen hipertansiyon prevalansının (görülme nisbeti) fiğer ülkelerden az olduğunu, immünolojik temelleri hakkında da önemli bir makale olduğunu söylediğimde çok şaşırdığını, makaleleri istediğini hatırlıyorum. Bu yazıyı da daha evvel yazmayı planlıyordum, nasib bugüne imiş.

Türk hipertansiyon derneğinin sayfasına girince kılavuzlarının sayısının bu kadar çok olması hayret verici, ancak etiyoloji yani sebebi hakkında bir şeye rastlamadım (4). En yeni tarihli kılavuzda; ‘Hipertansiyon birden fazla sebebe bağlı, değişken bir hastalıktır. Kan basıncı düzenlenmesi ile ilgili 120 nokta bulunmuşdur ancak bunlar geçiş şeklinin ancak %3.5’unu açıklar’ diyor (5).

Biliyorsunuz, tarihi bilmeden bir konu hakkında fikir yürütmek doğru ve münasib değildir. Bilinen ilk resmi tansiyon ölçümü 1733’de bir rahip (!) tarafından yapılmış. İlk defa 1808’de böbreklerle ilgisi, hemen ardından kalpde büyüme ile, 1850’de ise kan damarlarında kalınlaşma ve kronik iltihap ile gitdiği anlaşılmış (6). İltihap yaa, ta o zamanlar bile kronik iltihap yani immünolojik olduğu bilinen bir hastalık, aslında hastalık değil bir belirti olan hipertansiyonda hiç immünolojik bir tedavi yapıldığına rast geldiniz mi? Bilakis tansiyonu olanlara kortizon verilmez denildiğini duymuşsunuzdur.

Esasen, daha çok şeyler anlatabilirim, hipertansiyon sıklığı, yol açdığı sorunlar, kolesterol martavalı, morbidite ve mortalitenin önde gelen sebebi olduğu, ilaç ve gıda sektöründe bu sayede nasıl muazzam paralar döndüğü vs. Bunları ARK, Karatay, rahmetli Mevlüt Durmuş tarafından yıllardır anlatılıyor, ama kellim kellim lâ yenfa….

Hatırlatmalıyım, Rockefeller Enstitüsü deneysel tıbbın maestrosudur, naçizane fakirin de buradaki bir ekiple (enfeksiyon immünolojisi) bazı çalışmaları vardır.

Daha evvel bu enstitüden sitayişle bahsetmişdim (7). Arama dalga motoruna ‘rockefeller institute eugenics’ yazdığımızda çıkan cümle şu; ‘The Rockefeller Foundation, along with the Carnegie Institution, was the primary financier for the Eugenics Record Office, until 1939. The foundation also provided grants to Margaret Sanger and Alexis Carrel, who supported birth control, compulsory sterilization and eugenics’**.

Neyse, bu enstitünün 2018 tarihli derlemesi muhteşem! Başlık ‘Immunology of hypertension’, makale fevkalade öğretici (3). Fakat bir dakika, hipertansiyonun iltihap ile alakası hakkındaki bilgileri bir anda yüz yıl ileriye atıyor, 1960’larda Okuda’nın çalışmasına dayandırıyor! Sonuç kısmındaki cümle ise ‘It is unclear exactly where these cells are activated, i.e., in the kidney, the vasculature, the gut, the bone marrow, or secondary lymphoid organs’**, halbuki doğru kelime where değil ‘why’ olmalı idi, Rockefeller Enstitüsü bunu bilmiyor mu, veya ilgilenmiyor mu? Ne dersiniz?

Makalede kronik iltihapda dendritik hücrelerden ortaya çıkan bir non-enzimatik molekül olan isolevuglandinden bahsediliyor ama isoprostan patikası ürünü olan bu maddenin veya aktivitesinin azaltılmasının faydasından bahsedilmiyor (8) ilginç?

Bir başka mühim tesbit de hipertansiyondan sorumlu angiotensin (kelime manası damar-geren) agonist (aynı yönde tepki veren) antikorların varlığı. Acaba hücre kültüründe üretilen aşıların içinde angiotensin benzeri makromoleküller olmasın? Malum aşılar dokuya verilince antikor husule geliyordu J. Aşıların büyük kısmı nerede üretiliyordu? Vero cell line yani maymun böbreğinde mi? Angiotensin ve ilgili moleküller bu hücre serisinde var mıdır acaba? Ne bileyim ben, aklıma geldi de!…

Şimdi size bir soru daha, sebebi bilinmeyen kronik iltihab bu kadar yaygın bir şekilde, nasıl cins, ırk, coğrafya fark etmeden görülüyor? Çinlilerde durum nedir? Neden çiçek aşısının yaygın uygulanmasından sonra Behçet (9), romatizma gibi kronik iltihap hastalıkları böyle patlama yapmış?

Afedersiniz ama, siz de her şeye ne alakası var diyorsunuz!??

*Birincisi: Behçet (9)

**İngilizce bilmeyenler lütfen cümleyi seçip Google translate’de tercüme etsinler.

Kaynaklar:

(1) https://en.wikipedia.org/wiki/Attila

(2) https://lilliputian.me/2018/03/immunogenetik-ve-tarihi-acidan-asi-illuzyonu-prof-dr-alisan-yildiran/

(3) https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/29247045/

(4) http://www.turkhipertansiyon.org/klavuzlar.php

(5) http://www.turkhipertansiyon.org/pdf/ESC-ESH-Guidelines-2018.pdf

(6) https://en.wikipedia.org/wiki/History_of_hypertension

(7) https://lilliputian.me/2020/03/virus/

(8) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4485367/

(9) https://ahmetrasimkucukusta.com/2021/01/04/misafir-yazar/tipik-bir-asi-hastaligi-behcet/

Yazı için 3 yorum yapılmış:

  1. müderris tabib dedi ki:

    AŞILAR HAKKINDA BİR TİVİT SERİSİ#
    Her medikal uygulama kökten sorgulanmaya açıktır. Bakın, minör demiyorum, basit kar zarar hesaplarıyla meta analiz oluşturmaktan da söz etmiyorum, “kökten” sorgulanmaya açıktır diyorum. Çünkü sağlık konu olduğunda iş bilimi aşar, beşerî onlarca disiplin ve doktrin devreye girer.
    Buna herhangi bir hastalık için verilen her türlü krem, hap, tablet, ampul, enjeksiyon dahil olduğu gibi, hastalık öncesinde uygulanan her aşı da dahildir. Aşılar hatta özellikle dahildir, çünkü aşı bir başka perspektiften “sağlıklı insana ilaç satma pazarıdır” dikkat ederseniz.
    Bu özelliği de aşıyı bir soruna karşı sunulan bir medikal uygulamadan ziyade, bir korku pazarı unsuru haline getirme riski taşır. “Yeterli enformasyonu kontrol ederseniz korku ve umut pazarlayarak sağlıklı insanlara ilaç satabilirsiniz” demektir aşı. Bu çok tehlikeli kılar aşıyı.
    Yani şöyle yineleyeyim, olmadığınız bir hastalığı olma riski konusunda sizi korkutabilen herkes sizi aşılayabilir ve bunun sonuçları tahmin edeceğinizden çok daha kötü yerlere gidebilir. Bu yüzden aşılar medikal uygulamalar içerisinde en fazla sorgulanması gerekenlerdir aslında.
    Gel gelelim tam tersi değil mi? Milyonlarca medikal uygulama içerisinde üzerine asla toz kondurulmayan ve eleştirilemezlik mertebesine sahip tek medikal uygulama aşı. Sizce de sadece bu bile aşıya karşı fazlasıyla şüphe yaratmak için yeterli değil mi? Kabul edin etmeyin, şüpheli.
    “Aspirin karşıtı” diye bir şey duydunuz mu mesela siz hiç? Duymadınız. Ama “Aşı karşıtı” var işte. “Aşı karşıtları” var demiyorum bakın, “Aşı karşıtı” diye bir sıfat var en başta. Üstelik “Bilimi reddeden” ile eş anlamlı kullanılıyor. Nasıl oldu bu? Hiç mi merak etmiyorsunuz?
    Tarihte aşıdan çok daha fazla hayat kurtarmış birçok şey olmasına rağmen bir medikal uygulamanın bu itibarı alması neden dersiniz? Hemen bunu kimin ve ne amaçla yapabileceği olasılığına dalıp GOMPLO lafı *surmadan sadece bu basit şüphe üzerine RASYONEL şekilde düşünün bakalım.
    Hiç ilaç kullanmayan insanlara “ilaç karşıtı” demek şöyle dursun, bu tutumlarından övgüyle bahsedilirken konu aşı olunca birden kartların yeniden dağıtılması gerçekten neden? Bu algı nasıl yerleşti sizce? Ciddi soruyorum. Tarihteki büyük başarılarından mı kaynaklanıyor dersiniz?
    Öyle diyeceksiniz tabi, çünkü öyle öğretiliyor. Neydi o? Smallpox’u bitirmişti değil mi? Çiçek hastalığını bitirdiğine göre birçok hastalığı da tarihe gömmüştür, harikadır ve koşulsuz yapılmalıdır değil mi? Değil işte, çok ciddiyim gidip bu verileri bir gözden geçirin tekrardan.
    Ama geçirmiyorsunuz bir çoğunuz. Aşı konusunda öylesine bağnazsınız, o kadar koşulsuz güvendirildiniz ki sadece aşıyla ilgili bir şeyi okurken cevap vermek üzere okuyorsunuz. Bunu sorgulamak dahi sınıfsal çatlaklar oluşturuyor birçoğunuzda. Hele ki son senelerde, hele ki yani…
    Aşıya yüklediğiniz bu itibar öylesine tehlikeli ki, geçtiğimiz sene teknik olarak aşı bile olmayan bir hücre altı terapisinin üzerine aşı etiketi yapıştırarak ve sizi bir süre korkutarak milyarlarca doz halinde uyguladılar işte. GDO’yu damardan aldınız, hatta belki GDO oldunuz.
    mRNA aşıları, aşı değildir, bir hücre/çekirdek altı terapisidir ve uzun vadeli etkilerine dair hiçbir meta analiz yoktur. Temelde vücuda genetik materyal vererek vücudu aşı fabrikasına çevirmesi hedeflenir, ki ne aşı budur, ne de işin bununla kalacağına dair kimsenin fikri var.
    Kesin olansa şu, mRNA aşılarına eğer ki “aşı” değil de, “hücre/çekirdek altı terapisi” denseydi, aşılama oranları bu sayılara asla ulaşmazdı. Aşının gücü bu işte. Ama sırf bunda söylenen bu yalan bile yalanlar zincirinin sonuna dair çekince haliyle yaratıyor aklı selim birinde.
    Bir iki tane münferit örnek üzerinden türetilmiş bir algı var yani. Aşının etkin olduğunu bildiğimiz hastalık sayısı sandığınızdan çok az. Gel gelelim doğum öncesinden başlayıp ölene kadar onlarca aşı yapılıyor bugün insanlara. “Yüz yılın buluşu” falan denmesi boşuna değil işte.
    Aşılar uygulandıkları birçok hastalıkta ya etkisiz, ya da gereksizdir. Zararlı değilse şayet. Tarihe bakarsanız görebilirsiniz. Kendi kendine sönümlenen hastalıklar döneminde çıkıp hiçbir etkinlik göstermeden garip itibarlar edinmiştir aşı. Bu da çok işe yarıyor olmasından işte.
    Dediğim gibi ilaç endüstrisi üzerinden yönetim modelleri geliştirmek için mükemmel bir pazardır çünkü aşı. Aşılanmak güvende hissettirir insana. E korkuyu da siz satmaya başlarsanız pazarı değil sadece, insanı bile yönetirsiniz. “Eve kapan!” der kapanırsınız mesela bir noktada.
    Gelin görün ki propagandası bile çok pervasız aslında. Kimileri Sanayi Devriminin kazanımlarını bile aşılara bağlayıp insan ömrünü onun uzattığı iddiasında bulunabilir, inanılmaz. Yalan bu elbet. 20. yüzyılda insan ömrünün uzamasında aşının %1 bile etkisi yok yahu deli misiniz?
    Biliniyor yani bu, basit tarih konusu ya. Bilmiyorsanız da bilin işte, gerçek bu çünkü yani. İnanmayan da gidip araştırsın tek tek. Belli başarıları olabilir aşının mutlaka, sadece dediğim gözden geçirmek gerekiyor birçok şeyi. Çünkü rahat %90’ı palavra bunların, gidin araştırın.
    Birçok konuda bu kadar yalan söylenen bir uygulama hakkında da bir şeyleri gözden geçirmek zorundayız beynimiz varsa. Yoksa aşı hiçbir işe yaramaz büyük bir iddia tabi, ama o bile bir iddia işte. Mevcut kabulden çok daha geçerli bir iddia hatta, en azından sorguluyor bir şeyleri.
    Tarihi binlerce yıla dayanan ve hastalık geçirmiş insanlardan kan değişimiyle aşılama yeni bir şey değil yoksa, aşının mantığı ve çalışma prensibine dair belli öngörülerimiz var yani. Ama özellikle modern tıpla birlikte son yüzyılda katlanarak büyüyen bir sorunumuz yok diyemeyiz.
    Para piyasasının bu kadar hakim olduğu, ilaç endüstrisi gibi bir korkunçluğun varlığının bilindiği, sigorta şirketleriyle kol kola olduğunun bile bilindiği, medyanın tekelleştiği bir dünyada *ıçınızı açıp, kolunuzu sıyırıp bedeninizi tıbba koşulsuz teslim etmeyin derim naçizane.
    Yani her verim var diyene bilim diye koşup ***almayın. Bilim başlı başına böyle bir şey değil zira, bilimin tam tersi istikamet bu. Hele ki adında “uzman, doktor, bilim adamı” gibi şeyler geçen şarlatanlara hiç bakmayın. Tarihi en karanlık şeylerle dolu olan 3 titrdir bunlar.
    Bir örnek daha verip bitireyim, doktorların diğer meslek gruplarına kıyasla ortalamada 7 kat daha fazla oranda destekle Nazileri en çok destekleyen meslek grubu olduğunu biliyor muydunuz? Veya ilaç endüstrisini buradan kaçanların ayağa kaldırdığını biliyor muydunuz? Bilin işte.

    https://twitter.com/EsatRevolutions/status/1613185105295724544
    11.1.2023
    # Kim olduğunu bilmediğim muhtemelen doktor, zeki ve bilgili bir arkadaş

  2. Alişan Yıldıran dedi ki:

    OYUN FITIĞI VE HİPERTANSİYON!.
    Sene 1998,
    Türk Nöroşirurji (Beyin ve Sinir Cerrahisi) Ulusal Kongresi.
    Sözel bildiriler kısmı.
    Sözel bildiriler kısmı nedir? Önce onu kısaca açıklayalım.
    “İlgili akademisyenler ve uzman hekimler son bir yıl içindeki yaptıkları bilimsel araştırmaları ve sonuçlarını kongre’nin bu seansında kürsüye çıkarak diğer meslektaşları ile paylaşırlar.”
    Ve kongreye katılan bilim insanları arasında bu bildiriler tartışılır.
    Kongrede sunulacak sözel bildiriler özelliklidir
    Kafanıza göre bir What’s up veya Tweet mesajı niteliğinde değildir.
    Bildiriniz bir komisyon tarafından değerlendirilir.
    Çok değerli bir bilgi içeriyor ise “sözel” ,sunum yaparsınız. Çıkıp kürsüye çatır, çatır elde ettiğiniz verileri meslektaşlarınızla paylaşırsınız.
    Mevcudun kopyası olanlar ise “poster bildiri” olarak kongre salonunun bir köşesinde sergilenir. Ehemmiyetsizdirler.
    Değerlendirme komisyonu Türk beyin cerrhisinin üstadları tarafından oluşur.
    Yani aklına esen bu komisyonu geçip yüzlerce beyin cerrahının karşısında mesnetsiz iddialarda bulunamaz, ahkam kesemez!
    İşte böyle bir ortamda,
    Benim tezim ve araştırma sonuçlarım “sözel bildiri” olarak kabul gördü.
    İddiam ve tezim şuydu!.:
    “Boyun fıtıkları hipertansiyon sebebi olabilir.”
    “Benim ameliyat ettiğim 100’ün üzerinde boyun fıtığı hastamda ameliyat öncesi yaşadıkları hipertansiyon düzeldi. Bu konu ciddidir ve araştırmayı hak eder.”
    Ben kongre salonunun bu bildiri karşısında yıkılmasını bekliyordum.
    Soru üzerine soru sorulacak. Çok verimli bir tartışma olacak diye tahmin ediyordum.
    Benim sunumum heyecan falan yaratmadı.
    Zaten ben kongrelerimizde heyecan yaratan bir sunumu daha önce de hiç görmedim.
    Kürsüye çıktım. Sunumumu yaptım. Sıra tartışma, soru-cevap kısmına geldi.
    Sunumum boyunca yaklaşık 300 beyin cerrahı, öyle aylak aylak beni dinledi.
    Hipertansiyon diyorum!
    Hipertansiyon hastalarının hipertansiyonlarının sebebi “boyun fıtığı” olabilir diyorum!
    Boyun fıtığı ameliyatı yaptığım yüzün üzerinde hipertansiyon hastasında hipertansiyondan eser kalmadı diyorum!
    Bu konu araştırılmalı diyorum!
    Adamların umurunda bile değil.
    Büyük bir kısmı benden sonra yapacağı sunuma odaklanmış, diğer bir kısmı ….?
    Sadece tek soru geldi.
    O soru sahibi cerrah bugün kendisi Türk Nöroşirurji cemiyetinde saygın bir yere sahiptir.
    Dedi ki! “Bu ameliyat sonrası hipertansiyonu düzelen hastalarınızın MR tetkiklerini kim finanse etti?”
    O tarihlerde özellikle üniversitelerde hoca olan hekimler bir MR merkezi ile anlaşır ve tetkik başına komisyon alırlardı. Ve hatta bizzat hocalar kendi MR merkezlerini kurup işletirlerdi.
    Bu konuda bir beis ve eleştirim yok.
    Çünkü devletin eksiğini tamamlarlardı.
    MR tetkiklerini kim mi ödedi?
    Ne kadar bilimsel bir soru değil mi?
    Hipertansiyon diyorsun, boyun fıtığı diyorsun, boyun fıtığı ameliyatı sonrası hipertansiyon düzeliyor diyorsun!.
    Adamın aklı “parada”
    Çünkü Ege Üniversitesinin karşısına MR dükkanı açmış genç bir profesör. bu.
    “Senin sahibi olduğun MR şirketi üzerinden devlet ve hastalarım ödedi.” mi deseydim?
    Onu kınamıyorım.
    Şartlar öyleydi. Ve hala öyle.
    Biz devlet ve millet olarak canımızı emanet ettiğimiz hekimlerin yaşam standartları ile pek ilgilenmeyiz.
    Bu işin magazin kısmı.
    O tarihten itibaren hipertansiyon hastası olup da boyun fıtığı ameliyatı sonrası hipertansiyonu “geçen” hastalarımı takip ettim.
    Ama kişisel nedenlerimle takip ettiğim hasta sayısı 400 lerden azaldı ve 100’lerde kaldı.
    Uzun yıllar akademiden uzaktaydım.
    Ama Üniversite’de kariyer sahibi arkadaşlarıma devamlı olarak bu konuda araştırma yapmaları gerektiğini rica ettim. adeta yalvardım.
    Onlar da haklı olarak “akademik kariyerlerine ek katkı sağlamayan” bu gibi masraflı araştırmalara girmediler.
    Adam profesör olmuş artık!
    Bundan sonra bırak benim teorimi, ölümsüzlüğü bulsa bile daha ne olacak!.
    Ancak,
    Ben devam ettim.
    Elimde 164 hastam var.
    Hepsi “esansiyel hipertansiyon” tanısı almıştı.
    Hipertansiyon meydana getirebilecek tüm hastalıklar araştırılmıştı.
    Ve “esansiyel-primer- hipertansiyon” oldukları kanıtlanmıştı.
    “Esansiyel Hipertansiyon.”
    Yeni, moda adı ile “primer hipertansiyon. ”
    Yani “nedenini bilemiyoruz” hipertansiyonu
    Ki!. Hipertansiyon hastalarının %99’u bu sınıftadır.
    Nedenini bilemediğimiz için çözümünü de bilemiyoruz.
    Tek çare “bas ilacı”
    Ben, benim boyun fıtığı nedeni ile ameliyat ettiğim daha önce esansiyel hipertansiyon tanısı konulan hastalarımı ortalama 13 yıl takip ettim.
    Hastalarımın az bir kısmı 20 yıl, büyük çoğunluğu ortalama 5 yıldır takibimde.
    Ameliyat oldukları tarihten itibaren “hipertansiyon” hastalıkları geçti
    !….
    Çok çarpıcı bir sonuç değil mi?
    Ömür boyu “demokles’in kılıc”ı gibi ha bu gün, ha yarın hipertansiyon nedeni ile ölebilecek hastalar bu beladan kurtuldu.
    İşin temeli şudur.:
    .
    Boyun fıtığı hastalığı ilk dönemlerde hipertansiyon değil tam aksine hipotansiyon yapar.
    Ancak “omurilik ezildikçe” hastalarımız günü birlik hipertansiyon atakları yaşarlar.
    Ve yaklaşık beş yıl içerisinde boyun fıtığı “kalıcı” hipertansiyona sebep olur.
    Benim araştırma verilerim budur.
    Yaklaşık 25 yıllık veriler bu sonucu ortaya koyuyor.
    Bu çalışma önümüzdeki aylarda bir bilimsel dergide yayınlanacak.
    Bu süre içerisinde “nedeni bilnmeyen, esansiyel, primer hipertansiyona sahip arkadaşlarım lütfen bir boyun “Servikal vertebra” MR tetkiki yaptırsınlar.
    Belki hipertansiyonlarının sebebi “bilinmeyen” deği,l bizzat bilinen bir boyun fıtığı olabilir.
    Ve eğer öyle ise bu kalıcı olarak tedavi edilebilir.
    Uzun yıllar boyu ciddi yan etkileri olan hipertansiyon ilaçlarından hastalar k
    urtulabilir.
    Saygı ve sevgilerimle. 26.01.2024
    Doç Dr.Bilgehan Bilge
    Beyin, Omurilik ve Sinir Cerrahı.

    https://x.com/OpDrBilgehan/status/1751237280566505950

Siz de yorumunuzu paylaşın: