TUZ GERÇEKTEN BİR ZEHİR Mİ

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Salih Seçkin Sevinç‘ in yazısı:

Bilenler bilir. 12 yıldır yazarı olduğum Harbiyiyorum.com’un logosunda tuzluk var. Bugüne kadar bana birçok kişi “Sitenin ismi çok güzel ama biliyorsun tuz çok zararlı, bence logonu değiştirmelisin” diye akıl verdi. Bir de şimdilerde aşırı tuz tüketimine dikkat et diyen bir sürü kuruluş ve isim var. Peki bu kurum ve kişiler tuz sağlığa çok zararlı diyorlar da, bu madde sahiden o kadar kötü ve hemen itibarsızlaştırılması, sofralardan çıkarılması gereken bir şey mi? Tuzu son yıllarda “bir tür zehir!” olarak ele alıyoruz ama tuz yüzeysel olarak gerçekten bir “zehir” mi? 

Bence kesinlikle değil. Nedenini anlatayım…

Öncelikle ben tuza inancımı asla yitirmedim. Nasıl yitirebilirim ki? Eğer yitirseydim 300 milyon yıllık geçmişe sahip, yeryüzünün insanoğlu için en elzem ve en kadim minarellerini bir araya toplayan ve bizdeki karşılığı bir “tat“a eş olan bu mükemmel oluşuma nankörlük yapmış olurdum. Hem ayrıca “harbi” olmak, sevdiğin şeyin yanında olmayı gerektirir. O yüzden araştırmaya karar verdim.

Son on yılda (bir çok şeyde olduğu gibi) kulaktan dolma bilgilerle engizisyona alınan ve bilinçsizce afaroz edilerek en büyük zehirlerden biri ilan edilen tuzu gelin bir de benden dinleyin.

Sonrasında ölüm cezasına çarptırıp çarptırmamak size kalmış.

Neticede bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olanların ülkesi burası.

DÜNYADAKİ İLK MAAŞ VE TUZUN ETİMOLOJİSİ

İşin biyolojik boyutuna değinmeden evvel tuzun sosyo-ekonomik etkilerinden bahsetmemde yarar var.

Çok önceleri tuz, para yerine geçerdi. Roma İmparatorluğunda askerlere günlük bir tuz tayını verilirdi. Yani askerlere tuzla ödeme yapılırdı. Bugün batı dillerinde “maaş” anlamına gelen İngilizce “salary” ya da Fransızca “salarie” gibi kelimeler Latince “salarium-tuz” kelimesinden türemiştir. Ortaçağ Fransız parası “sol” ve asker anlamına gelen İngilizce “soldier” ve Fransızca “soldat” hep tuzun, “salarium” türetmeleridir.

Pek çok dilde aşağı yukarı ortak olan “salata” kelimesi de tuzun Latince etimolojisinden gelir. Demek ki ilk yapılan salatalar oldukça tuzlu hazırlanıyormuş. Salata tuzlu yenen bir şeymiş.

Devam edelim…

YEMEĞE LEZZET VEREN İLK MADDE: TUZ

Madem etimolojiden başladık tarihte bilinen ve ilk kez Romalılar tarafından yapılan “garum” ve “liquamen” gibi ilk yemek soslarının temel maddesi de tuzdu. “Sos” kelimesi bize Fransızca’dan geliyor. Latince kökeni ise “salsus“. Yani “tuzlanmış” demek. “Salsa” ve bizdeki “salça” da bu kökten. Hepsi tuzdan vücut bulma.

Yeri gelmişken Romalıların ağır sosu “Garum” dan bahsedelim. Hamsi, sardalya, uskumru boyunda balıklar önce güzelce bir tuzlanıyor, bir gün sonra toprak kaplara alınıp güneş altında çürümeye bırakılıyor, bir süre sonra oluşan sıvısı alınıyor ve sos olarak kullanılıyordu. Garum tarihteki ilk soslardan biridir. Elbette çok tuzludur!

Gördüğünüz modern mutfaklarda lezzet artırıcı sosların başlangıç noktası yine tuzdur. Sos, Fransız ekolüdür. Yemekleri lezzetlendirmek için soslarlar. Fransız mutfağında sossuz bir yemek düşünülmediği gibi, Fransız mutfağı demek bizzat sos demektir Hadi bunu da geçip direk yemeğin kendisine gelelim.

Tuz, Türklerde tat ile birlikte anılır. Keyfimiz yoksa “Tadım, tuzum kalmadı.” deriz mesela. Ya da yemeği beğenmediysek “Bunun tadı, tuzu yok.” deriz. Bir yemekte tat için önce tuz ararız. Tuzu olmayan yemeğin lezzeti de kokusu da ortaya çıkmaz. Evet, yanlış duymadınız. Tuz, tadı ortaya çıkardığı kadar, kokuyu da ortaya çıkarır. Pişirilen bir yemeğe tuz ilavesi o yemekten daha fazla nem bırakır, bu da pişirdiğiniz yemeğin malzemesindeki doğal koku aromalarını ortaya çıkarır. Koku ise tat almanın %60-%70’idir.

Yani lezzet eşittir tuz demektir.

Daha da çok tarihi örnek var ama ben burada bir tanesinden daha bahsedeyim ve bu başlığı kapatayım; Araplar tuzunu yedikleri adamın kardeşi olur mesela. Varın artık gerisini siz düşünün.

Anladınız değil mi durumu? Öyle “Tuzu azaltalım, ömrümüz uzasın. Tuzu mutfağınızdan derhal çıkarın, atın!” diye post modern söylemleri ortalığa saçmakla olmuyor o işler.

Olaylar göründüğü kadar basit değil…

TİCARETİN DİREĞİ: TUZ

Dediğim gibi tuz zamanında altın gibi kıymetli bir madde. Venedik, lagünlerinden tuz çıkaran ve bunu işlemesini bilen bir kent olduğu için ticaretinin ve güçlenmesinin temelinde tuz var. Venedik kendisine rakip olmaya kalkışan komşularına savaş açarak her daim tuz tekelini sürdürmüş bir kent.

Afrikalılar içinse tuz, bundan bir önceki yüz yıla kadar altından daha değerli bir halde. Tam bin beş yüz (1500) yıl deve kervanları Sahra’nın güneyine tuz taşıdı, karşılığında altın, fildişi ve kölelerle döndü. Düşünün, bu ticaret ancak 100 yıl önce sona erdi. Öyle ki birçok ünlü ressam hep bu tuz kervanlarının tablolarını yapmıştır.

TÜM ZAMANLARIN ÖTV REKORTMENİ: TUZ

Tekrar edeyim. Tuz bundan yüz yıl öncesine kadar oldukça kıymeti bir madde. Tarihte tuzdan vergi alma yöntemine başvurmamış bir devlet de neredeyse yok. Hatta bu vergi alma durumu öyle uzun yıllar sürmüş ki tuz, tüm zamanlar için devletlerin en büyük gelir kapısı olmuş.

Tuz gibi temel bir ihtiyaç maddesinin hazine doldurma amacıyla saçma bir şekilde kullanılması pek çok ayaklanmaya yol açmış tabii. Temelinde tuz vergisi yatan bu isyanlar zamanla evrenselleşmiş. En büyük örnek Fransız Devrimi. Ortaçağ’dan itibaren “gabelle” adıyla tanınan tuz vergisi ancak Fransız İhtilali’nden bir yıl sonra kalkmış. Yine de birkaç yıl sonra Napolyon yeniden tuz vergisi koymuş (ancak bu seferki hafif olmuş) ve bu da İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar devam etmiş.

Fransızlar bu vergiyi İspanya Emevileri’nden alıp, kendi ülkesine musallat etmiş. Provence’da Charles d’Anjou 1259’da Emevilerin tuz vergisi uygulamasını ve ismini -Arapça “kabale“- resmen ithal etmiş ve bu vergiyi yüz yıllarca Fransız halkı üzerinde “gabelle” uygulamış.

Dünyada tuz vergisini ilk kaldıran ülke İngiltere. Yıl 1825. Ama kendi halkı üzerinden kaldırdığı bu vergiyi sömürgesi Hindistan’a koymuş (şaşırmadık!) ve vergisini de iki misli almış. Hindistan tarihinde tuz vergisi büyük önem taşır. Gandhi’nin de tuzla imtihanı büyüktür.

Osmanlı devleti de Tanzimat’ta Batı’dan aldığı yüklü borçların teminatı olarak yıllık tuz gelirlerini gösterirmiş.

Tuzun vazgeçilmezliğinin devletlerin nasıl işine geldiğine örnekler bunlar…

Gelelim direk zehir olarak görülen tuzun biyolojik yararlarına.

TUZUN FAYDALARI

İnsan bedeni için su ne kadar önemliyse, tuz da o kadar önemlidir. Vücudumuzun sıvı dengesini tuz sağlar. Tüm canlı hücrelerinin tuza ihtiyacı vardır. İçerisinde yaşam için elzem minareller barındırır. Hücreler bu minarellere ihtiyaç duyar. (Enerji üretmek, kasılmak, sinyal iletmek ve hücre içerisindeki sıvıyı korumak için) Günde sağlığımız için önerilen -tüketmemiz gereken- tuz miktarı ise 6-8 gram arasındadır. Buna farklı görüşler 3 gram, 4 gram, 5 gram da der. Hepsi uydurmadır! Gören de gün içerisinde yediğimiz her şeyi gramla ölçerek yediğimizi sanır.

Tuz ayrıca mükemmel bir koruyucudur. Buzdolabının olmadığı yıllarda avlanan balıkların, etlerin uzun ömürlü saklanmasının yolu onları tuzlamaktan geçer. Bu sayede bugün sofralarımızda olan harika lezzetlere ve yeni kıtaların keşifine tuz vesile olmuştur diyebiliriz.

Peynir, turşu, lakerda, zeytin, kuru et, çiroz, sucuk, pastırma ilk çırpıda sayabileceğim bazı lezzetler… Bu sebeple “tuzu hayatınızdan çıkarın!” sözleri fazlasıyla beyhudedir.

Maalesef “Tuzu hayatımızdan acilen çıkaralım! Çok feci zehir.” cümlesi çağımızın endüstriyel gıdacılarının oyunundan başka bir şey değildir.

Peki tuzun bu kötü repütasyonu nereden geliyor?

ENDÜSTRİYEL GIDA İKİLEMİŞ: SOFRA TUZU (RAFİNE TUZ) VE İYOTLU TUZUN NEDENSE (!) AŞIRI FAYDALARI

Sanayii devrimi sonrası şu anki modern kentler ve metropoller oluşunca önce şehirli sofralar oluştu ve üzerine de “sofra tuzu” kavramı geldi. Rafine tuz, İngilizce “Re-fine, yeniden iyileştirme”den gelir. Anlayacağınız, zaten hali hazırda iyi olan birşeye bir takım müdaheleler ve takviyeler yapılacak ve o madde farklılaşacak demek oluyor. (Zaten bir yerde rafine kelimesi görüyorsanız bunun endüstriyel gıda jargonu olduğunu ve bu gıdanın bariz bir takım kimyasal müdahelelere maruz kaldığını bilin.)

İşte sofra tuzunda da tam olarak bu rafine (Re-fine) edilme hali uygulanır. Yüksek ısı ile işlenen tuzun kristal yapısı bozulur ve farklı bir molekül yapısına geçmesine sebebiyet verilir. Ayrıca çok küçük parçalar haline geldiği için de topaklanmasın diye tuzun içine birçok farklı kimyasal eklenir. Bu kimyasalların içerisinde alüminyum vardır. (Tahmin edersiniz, alüminyum vücudunuzun ihtiyacı olan bir mineral değildir. Öyle ki Alzheimer’e neden olur.)

Hımm, Alzheimer mi? Çağımızın popüler bir hastalığı.” diye aklınızdan geçirdiğinizi duyar gibiyim.

Demek ki buradan çıkarılacak sonuç şudur. Birileri sizin algılarınızla oynayıp, hastalanmanızı istiyor. (Ki sonra tedavi edebilsin!)

İKİLEM

Bir “Endüstriyel Gıda Sektörü İkilemi” olarak bahsetmem gereken bir durum daha var. Tuzda onlarca mineral var ama iyot olmadığı için iyot ekstra eklenir. Zaten endüstriyel gıdacılar bunu hep yapıyor. Bir şey eksikse birileri (yüksek merciler) onunla ilgili karar çıkarıyor, endüstriyelciler de onu tamamlamaya yönelik hareket ediyor. Eksik varsa ekle, devam et! Yani tuzda normalde iyot yok. Hiçbir zamanda olmadı. Ama eklenebiliyorsa neden olmasın ki? Neticede üç tarafı denizlerle çevrili ülkemin insanlarının (?!) iyota ihtiyacı var. Balıklarımızın da %70’i sofralarımıza gelmeden ihraç edildiği için ihtiyacımız olan iyot sofra tuzuna girmeli! Mantık bu. 

Yani kısaca; iyotlu sofra tuzu yemek zorundasınız!

…Ve hazırsanız, bu sloganı endüstriyel tuz üretecileri şöyle evirir. “Tuz çok zararlı! Sakın yemeyin! Farkında olun lütfen. Neyin farkında olun ama biliyor musunuz? İyotlu tuzun. Çünkü iyotlu tuz vücudunuz için çok gerekli ve faydalı! Üstelik rafine. Tuz yemeyi kesin, ama bizim ürettiğimiz iyotlu sofra tuzlarından yiyin. Ama bakın günde 5 gramı geçmeyin. Lütfen ve lütfen… Çünkü biz sizi sizden daha çok düşünüyoruz!

Şimdi biraz daha tuz üzerindeki algı operasyonunu anlamaya başladığınızı düşünüyorum.

Demek istediğim süper marketlerde, bakkalarda gördüğünüz, en çok tükettiğiniz, işlenmiş, rafine, iyotlu, sofralık tuzların hepsi kimyasal işlemlere maruz kalmış son derece zararlı tuzlardır. Uzak durmanız gereken tuzlar ise aslında bunlardır!

Bu tuzlardan olsa olsa kum saati olur. Maalesef sofralarımıza gelmesi de büyük bir utanç kaynağıdır.

ÖYLEYSE HANGİ TUZ

Cevap: Uzmanların önerdiği milyonlarca yıl içinde oluşmuş kaya tuzları.

Son yıllarda ülkemizde de aşırı pompalanan (Öyle ki geçtiğimiz yıl Tuz Gölünü ziyaret ettim. İroniye bakın ki orada bulunan bir sürü tezgah Himalaya tuzu -Evet yanlış duymadınız, Tuz Gölü’nde renkli Himalaya tuzu!- satıyordu. 

Bu saçmalığın daniskasıdır.

Yani şu pembe, turuncu, sarı renkli tuzları Tuz Gölü’nün önünde satmak gerçekten bir şeylerin kusurlu gittiğinin göstergesidir. Himalaya tuzu mineral açısından zengin (60 mineral diyorlar) ama Çankırı’nın tuz mağaralarından çıkarılan kaya tuzları mineral değerleri açısından Himalaya’dan daha da üstün. (84 mineral)

Ayrıca ülkemizde Türkiye’nin en iyi tuzları Tunceli Pülümür, ardından Erzincan Kemah ve onun ardından da Çankırı’dan elde edilir. Hepsi mineral yönünden oldukça zengin, doğal, sağlıklı ve kalitelidir. Bu tuzlar patlayan şekerler gibi rengarenk değiller. Hepsi cam gibi, arslanlar gibi kaya tuzu. Sadece kaya tuzu demek de yanlış olur; milyonlarca yılda oluşmuş, tüm canlıları var eden en elzem minareleri içinde bulunduran sihirli yıldız tozları bunlar…

Lakin burada da yozlaşma var. Tuz Gölü’nde gördüklerimden sonra tüccarların kaya tuzlarını Himalaya Tuzu gibi görünsün diye boyadıklarına da biliyorum. Yani aksi halde Himalaya Tuzu bu denli trend olmasa Tuz Gölü’nde işi ne, öyle değil mi?

Gördüğünüz gibi ortada her alanda olduğu gibi ne kadar çok bilgi kirliliği ve tuz konusunda da ne kadar çok dejenerasyon var.

Sonuç olarak;

Tuzun beraatine, ama her zaman olduğu gibi burada da kendi çıkarları için hakikati bozan insanoğlunun ömür boyu müebbet hapsine karar verdim.

Tuz temizdir. Her şeye yaptığımız gibi onu da kirleten bizleriz.

Maalesef, durum bu.

Uyanık olun!

Selam ile.

Kaynak: https://odatv4.com/tuz-gercekten-bir-zehir-mi-25102024.html

 

Yazı için 3 yorum yapılmış:

  1. Alişan Yıldıran, Çocuk Hekimi dedi ki:

    Bravo!
    Altına imzamı atıyorum…

  2. DR. Yaman dedi ki:

    Vücut her şeyi sentez edebiliyor. Sentez edemediği ve mutlaka dışarıdan alınması gereken Nacl sodyüm kloror yani TUZ’ dur.

  3. CANAN KARATAY dedi ki:

    Kristal Kaya tuzu hayat bahşeder.

    84 adet doğal, işlenmemiş hayat için olmazsa olmaz mineral içerir.Tansiyonu falan yükseltmez, dengeler.

    Zehir olan rafine olan sofra tuzdur!Aklandırıcı içerir, alüminyum içerir, işlenmiş İyor içerir.

Siz de yorumunuzu paylaşın: