FİLDİŞİ KULEDEN YOBAZ MİTİNGİNİ İZLEMEK

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Fatma Sibel Yüksek‘ in yazısı:

Covid-19 tartışmaları sadece tıp ve bilim dünyasında değil, siyaset ve sosyolojinin alanında da alışılmamış kamplaşma örneklerine sahne oluyor.

Şimdiye kadar karşımıza çıkan her tartışmalı konuda cetvel gibi kavramlarlarımız ve kalıplarımız vardı. Artık bunların hiç birisi işe yaramıyor. Kimin “gerici”, kimin “ilerici; kimin “yobaz”, “kimin “modern” olduğunu anlayabilmek için farklı ölçü araçlarına ihtiyaç var.

Yıllardır hap gibi kullandığımız ezberlerimizi çöpe atmazsak, o ezberler bizi çöpe atacak gibi görünüyor.

Bir kere, bütün dünyada olduğu gibi bizde de “aşı karşıtlığını” homojen bir ideolojik ve siyasi blok gibi görenler, bu süreci anlayamadan eleneceklerin başında geliyor. “Covid aşısına karşı çıkan gericidir, savunan bilim yanlısı ve çağdaş kafalıdır” gibi basmakalıp önermelerin bizzat kendisinin bilime aykırı olduğunu görmemek, büyük hezimete kestirmeden gitmenin en garantili yoludur.

Bir diğer çıkmaz sokak, aşı karşıtları olarak kodlanan kitlenin, “Covid-19 virüsünün varlığına inanmayan, aşı, hatta tedavi karşıtları” olduğunu zannetmektir. Bunun böyle olmadığını uzun uzadıya örnekleyerek yazıyı başlıktaki ana çizgisinden koparmak istemem ama şu kadarını yazmalıyım ki “Aşı karşıtı yobazların arasında solcular, Atatürkçüler vs. de var ama sayıları az” şeklinde kendi küçük dünyasına hapsolup gönül rahatlatmaya yönelik yaklaşımlar, -tıpkı aşının koronadan korumadığı gibi-bizi aşı karşıtlığının giderek yükselmesinden koruyamayacak.

Onun için sakin ve mantıklı olmakta, yanlış kategorilendirme yapıyor olabileceğimize ihtimal vermekte, kibri bir yana bırakmakta, “karşıyı” çözmeye-anlamaya çalışmakta fayda var. Ana akım medyanın kendisi ve medyatik hekimler olarak bunu asla yapmadınız. Kategorik olarak reddetmeyi, aşağılamayı ve gözlerinizi kapatmayı tercih ettiniz.

Daha birkaç ay önce de “Tedavide deneysel olarak kullanılan hidroksiklorokin, kardiyatik sorunlara sebep oluyor, hastalarımızı kaybediyoruz” diye feryat eden bir avuç doktoru ve hasta yakınını alaya alıp sansürlüyordunuz. Bu ilacın zararlı olduğu kabul edilip hiçbir açıklama yapılmadan uygulamadan kaldırılınca “Covid’ten öldükleri” açıklanan yakınlarınızın ara sıra vicdanınızı yokladığını umalım.

Şimdi aynı alaycılık ve sansürcülük, Bakan Fahrettin Koca’nın tweetleri altında “Yakınım aşıdan sonra öldü” diyen yüzlerce insana uygulanıyor. Bu şikayetlerin bir tanesi bile incelemeye değer bulunmuyor ve geri bildirim olarak kabul edilmiyor.

Unutulmuş tiyatro sanatçılarının tweetini bile alıntıyla etiketleyen Bakan Bey, bu vatandaşlardan bir tanesine bile dönüp “Şikayetinizi inceleteceğim” demiyor. Ve bu haksız, hukuksuz, sorumsuz tutum, kendisine “aydın” ve “okumuş” diyen elitler tarafından alkışlanıyor. “Babam öldü” diye feryat eden acılı insanlar “çağ dışı kafa” naraları eşliğinde linç ediliyor.

Doğası gereği resmi söylemlere ve sağlık politikalarına mesafeli durması gereken tabip odaları, pandemi sürecinde bir kez bile Covid kliniğine girmemiş, aldığı profesörlük payesine rağmen konuyla ilgili hiç bir bilimsel çalışması olmayan, akşama kadar medyada ve sosyal medyada boy gösterip insanları aşağılayan, hakaret eden bir hanım doktorun askılı fanilasına gülünç bir abartıyla destek verirken, sahipsiz vatandaşın aşı sonrası ölüm şikayetlerini karartıyor.

Ne demiştik?

Karşınıza konumlandırdığınız kesimi “yok” sayarsanız kaybedersiniz.

Üst düzey aydın ve entelektüeller olarak aranızda Tostoy’un Savaş ve Barış romanını okuyanlar vardır. Orada, Napolyon’un Moskova önlerine kadar Rusların sadece ordusunu değil, yol boyunca toplumsal yapısını da nasıl çözerek ilerlediği anlatılır. Rus elitleri Moskova’nın balo salonlarında, çetin kış şartlarının Napolyon’u durduracağına güvenerek beklediler. Haklı çıktılar, Napolyon’u Rusya’nın kışı durdurdu, yoksa bugünkü Fransa haritası Atlas Okyanusu’ndan başlayıp Moskova Nehri’nde son bulacaktı. Sizin güvenecek bir “kışınız” da yok: Boş boş konuşup, boş boş “düşman” aşağılıyorsunuz.

Aynı alaycı ve yok sayan tutum, mevcut deneysel aşılara kuşkuyla yaklaşanların 11 Eylül’de Maltepe’de düzenlediği mitinge karşı da sergilendi. Yıllardır plazalarına makam arabasıyla gidip gelen, halkı anlamak ve gözlemek için Taksim Meydanı’na bile inmeyen gazetecilerle, pandemide ün kazanmış bir elin parmağı kadar doktor, demokratik haklarını kullanan bu insanları “Bilim karşıtı gericiler, yobazlar” diye damgaladı.

Gazeteciliğin en temel kuralları çiğnenerek miting haber yapılmadı, organize edenlere ve katılanlara mikrofon uzatılmadı. Bu vatandaşlar alenen dışlandı ve ötekileştirildi. Üstelik hem yok sayılıp hem de onlardan tek bir sözcü olmadan saatlerce mitingin konuşulduğu yayınlar yapıldı.

Çarşaflı bir kadın vatandaşımızın “Benim bedenim, benim kararım” pankartı taşıması bu “çağdaş” ve “bilim yanlısı” hanımefendi ve beyefendileri çok eğlendirdi. “Bunun feministlerin bir sloganı olduğundan bile haberi yok” diye gülüştüler. Ne biliyorsunuz, o hanım belki de bir feministti? Pardon, siz Covid aşılarından kuşku duyan herkesin “şalvarlı ve çember sakalllı mürteciler” olduğuna da inanıyordunuz değil mi? İslamcı kadınlar arasında da feministler olabileceğine neden ihtimal veresiniz ki? Toptan etiket yapıştır gitsin.

Ayrıca diyelim ki bu pankartı taşıyan hanımefendi “cahil bir çarıklıydı”; İslamcı iktidarın halkı ve bilhassa kadınları yıllardır eğitimsiz bıraktığını bilen sizler, çarşaflı bir vatandaşımızın bu “uyanışından” neden memnun olmadınız? İşte size “Benim bedenim, benim kararım” diye pankart açma noktasına gelmiş -sizin deyiminizle- bir “çomar”. “Cehalete itilen insanlar uyanıyor” diye sevinmeniz gerekmiyor muydu?

Mitinge katılan insanların dış görünüşü ve kılık kıyafetine bakarak “Aşıya ağırlıklı olarak gericiler karşı çıkıyor” şeklindeki çıkarımınızın elle tutulur yanı olmadığı gibi, yıllardır vatandaşı kamplaştırarak gemisini yürüten siyasi istismara omuz vermekten de geri durmuyor.

Bir zahmet mitinge gelip bu “gerici” diye ötekileştirdiğiniz insanlara dokunmayı düşündünüz mü? Neye ve neden karşı çıktıklarını anlamaya çalıştınız mı?

Bu yazının müellifi, taksi-metro-dolmuşa binerek mitinge gitti, insanların neden onca yolu teperek oraya geldiğini anlamak, kim olduklarını kendi gözleriyle görmek istedi. Sorsanız, tartışmalarda “işsiz gazeteci” diye aşağıladığınız benim, “işli” gazeteci sizlersiniz. Bir gazetecinin işi 20 milyon insanın bütün ikna çabaları ve baskılara karşın aşı olmayı neden reddettiğini anlamaya çalışmak değil midir?

Altınızda arabalarınız, cebinizde maviye dönmüş basın kartınız ve bol miktarda paranız var ama asıl “işsiz gazeteci” sizlersiniz. Bize gazetecilik yapalım diye maaş verilirdi, size yapmayın diye veriliyor. Etliye sütlüye karışmamak karşılığında hayatınızı kazanıyorsunuz.

Sizin sırça köşklerinizden “gerici” olarak gördüğünüz insanlarda, ben miting meydanında neyi gördüm biliyor musunuz? İki çocuğunu ve çarşaflı karısını alıp dolmuşla mitinge gelen o “çember sakallı ve şalvarlı” baba, yoksul bir vatandaşımızdan başka birisi değildi.

Çocuklarının ayağında doğru dürüst ayakkabı yoktu: Belli ki İslamcı aristokarsinin kapitalizmle birlikte pişirdiği büyük ve lezzetli pastanın dışına itilmişti. Bu yetmezmiş gibi, şimdi de çocuklarının küresel ilaç şirketlerine denek olarak peşkeş çekilmek istendiğini anlamış, hiç değilse bu noktada uyanmıştı ki “Dünya beşten büyüktür” diye slogan atabildi.

Bu sloganla sizce kime mesaj verdi o beğenmediğiniz yoksul “gerici”?

Sırça köşklerde oturup “AKP bu kez gidiyor” hesapları yapan, her seferinde de kafayı duvara toslayan sizlere mi? İslamcı-Amerikancı-Kapitalist iktidarı yıllardır oylarıyla ayakta tutan bu insanlardaki kırılmaları görmedikçe, gözlemedikçe, o insanların hiç değilse bir kısmını kazanmadıkça, yalnız bıraktıkça AKP’nin gideceğini filan mı sanıyorsunuz? Yoksa aslında gitmesini mi istemiyorsunuz?

Yirmi yıllık bu dehşet dengesi sizi de mi sistemin merkezine çıpaladı? Böyle kibir abidesi gibi ortalıkta dolaşıp sırf kılık kıyafetinden dolayı yoksul ve köşeye sıkıştırılmış vatandaşı aşağıladıkça, o geceleri uykularınızı kaçıran “Taliban gelip bizi kesecek” korkusunun gerçeğe biraz daha yaklaşacağını göremiyor musunuz?

Maalesef göremiyorsunuz.

Bakın bu kafayla, bu şişmiş egoyla giderseniz, 28 Şubat sonrası yakalandığımız 20 yıllık fırtınayı mumla ararız. Kendini merkeze çekip küresel sistem ile entegre olan AKP’nin dışladığı yığınlar, bu kez Abdurrahman Dilipak öcüsünü bile mumla aratabilir.

Ben Kadıköy-Moda’da oturuyorum. Geçen gün en kalabalık sokaklardan birinde kahvelerimizi yudumlarken, divanenin biri aniden yolun ortasına dikilip “Taliban gelecek, hepinizi kesecek!” diye bağırıverdi.

Ağızda kalan kahveler dilleri yaktı, yudumlanan biralar püskürtüldü. Kimsede tat- tuz kalmadı, moraller bozuldu, derin düşüncelere dalındı. Bu bir soğuk şaka mıydı, sosyal deney miydi, yoksa her gün yüzlerce kişi tarafından aşağılanan bir kağıt toplayıcısının sahici tepkisi miydi bilemiyorum ama bildiğim şey, korktuğumuz. Bu derin korkumuzun gerçek olmamasını inanın rövanşist bir çatışmanın ardından CHP’nin iktidara gelmesi filan engellemez.

Ne engeller biliyor musunuz?

Toplumun her kesimini kucaklamak, anlamaya çalışmak, kamplaşmayı kırmak. Bunu yapamazsak, iki-üç yıllık bir rövanşist CHP iktidarının ardından daha büyük ve geri dönülmez bir “gericilik” dalgasında boğuluruz. Şu pandemi sürecinde kibriniz ve sabit fikirlerinizle içinizden biri olan ve pek çoğunuzdan daha fazla mücadele vermiş beni bile kendinizden soğuttunuz. AKP’nin selinde savrulan sessiz, yoksul ve mütedeyyin kitlelerin gözünden nasıl göründüğünüzü varın siz düşünün.

11 Eylül mitinginin fotoğrafına gelince: Vücuda müdahaleyi istememek bir anayasal haktır, bunu yok edemeyiz, boşa kürek çekmeyelim. “Birkaç kişi” diye aşağıladığınız o insanlar, yirmi yıldır ilk kez aralarındaki kamplaşmayı kırıp ortak bir tepkiyle bir araya gelmiş vatandaşlarımızdı. Kara çarşaflısı da şortlusu da, İsveç sarısı saçları olan da kumaş pantolonun altına parmak arası terlik giyen de oradaydı. Farklı yaşam biçimi ve farklı düşüncelerden gençler de vardı, “Hastalık öldürmez, doktor öldürür” diyerek yıllardır bizleri gülümseten yaşlılarımız da. Saçma buldunuz ama “Savul Bill Gates, canını alacağım” diyen de oldu, “Alnının ortasında gözü olan çocuk doğurmak istemiyorum” diyen de.

Homojen olmayan yapılarda en saçmasından en makulüne farklı seslerin olması doğaldır. Basit düşünün, bunlar sadece sağlığından endişe eden ve önerilen tedaviyi güvenilir bulmayan vatandaşlar. Aşağılamak değil, kulak vermek gerekir. “Nerede hata yapıyoruz ki bu kadar çoğalabiliyorlar?” diye sormalısınız kendinize.

Ona bakarsanız, sizin tarafta da aylardır mebzul miktarda saçmalayan var. Hem de çember sakallı ve sarıklı değil, kravatlı ve askılı tişörtlü “bilim insanı” oldukları halde!. “Aşı olmanız covid olmanızı ve bulaştırmanızı engellemez siz aşı olmaya, maske takmaya ve eve kapanmaya devam edin” demek, “Alnında gözü olan çocuk doğuracağım” demekten daha mı az saçma sanıyorsunuz?

Eğer, çocuklarımızı huzur içinde yaşatacak, kalıcı bir demokrasi istiyorsak, gerçeği bulmanın tek yolunun farklı görüşleri dinlemek, kimseyi zorla susturmamak ve kimseyi anayasal haklarını kullanıyor diye hor görmemek olduğunu bilmeliyiz.

Toplumu cinnet noktasına getirmiş bu pandemi oyununa artık bir son verin. Kamuoyu tek taraflı empoze edildiğinin artık farkında. “Yok biz böyle iyiyiz” diyorsanız da kendiniz bilirsiniz..

Meczubun biri yolun ortasında “Taliban gelecek, hepinizi kesecek” diye bağırınca de ağzınızdaki birayı püskürtmeyeceksiniz o zaman.

Kaynak: https://www.patreon.com/posts/56265636

***

Siz de yorumunuzu paylaşın: