HASTA ETMEYİN ADAMI!
Akşam gazetesinde Arzu Akyol ile sohbetimiz:
Tıbbın asi çocuğu Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, son kitabı ‘Hasta Etmeyin Adamı!’ ile yine ezberleri bozuyor.
Hastaneler neden hasta ediyor; ideal kilo diye bir şey var mı; günde kaç öğün yemek yeterli; meme kanserinde erken teşhis hayat kurtarır mı yoksa karartır mı; vesaire vesaire…
İşte tüm bu soruların cevaplarını veriyor Profesör Küçükusta ve tıp endüstrisinin tekerine çomak sokmaya devam ediyor.
TIP camiasının en çok konuşulan isimlerinden biridir Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta. Göğüs hastalıkları uzmanıdır.
Bu konuda koyduğu teşhisler ve uyguladığı tedaviler de çok başarılıdır ama o en çok tıp endüstrisine koyduğu ezber bozan teşhislerle konuşulur.
“Tıp o kadar ilerledi ki hasta olmamak imkânsız” teşhisi bunlardan en çarpıcı olanıdır mesela.
Etrafı ilaç firmalarıyla sarılmış modern tıbbın tekerine çomak sokar.
Son kitabı ‘Hasta Etmeyin Adamı!’ ile de yine aynı şeyi yapıyor.
İnsanların önce ambalajlı yalanlarla yani gıdalarla zehirlendiğini sonra da vahşi tıbbın kucağına atıldığını söylüyor.
“Modern tıbbın hastalıkları önlemek gibi bir kaygısı yok, o punduna getirip sağlıklı insanlara bile ilaç verme sevdasında” diyen Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’ya kulak vermekte fayda var.
İşte Küçükusta’nın anlattıkları…
Hastaneye gitmek hasta eder
Allah hepimize mükemmel çalışan sağlıklı bir vücut vermiş.
Hastalıklar, biz bu mükemmel sistemi gerektiği gibi koruyamadığımız için ortaya çıkıyor.
Burada en önemli etken beslenme.
Beslenmenin, kalp hastalıklarından kansere, ruhsal hastalıklardan enfeksiyonlara kadar neredeyse bütün hastalıkların oluşumunda ve ilerlemesinde çok önemli rolü var.
Sağlıklı gıdaları doğru şekilde yiyerek birçok hastalığı önlemek hatta bazılarını tedavi etmek bile mümkün.
Durum böyleyken hastanelerde hiçbir şeyiniz olmadığı halde mutlaka bir hastalık teşhis ediliyor, bir reçete veriliyor ve modern tıbbın geriye çıkışı olmayan turnikesine girmiş oluyorsunuz.
Modern tıp koruyucu hekimliği defterinden sildi. Birkaç basit tavsiyeyle düzelecek şikâyetler, ömür boyu tedavi edilmesi gereken hastalıklara dönüştürülüyor.
Bu yüzden herkese “Sağlıklı yaşamak istiyorsanız sakın hastaneye gitmeyin” diyorum.
İdeal kilo diye bir şey yok
Son senelerde insanlara çeşitli rakamlar dayatılıyor.
“Kilon şu kadar olacak, vücut kitle endeksin bu kadar olacak!”
Bunların hiçbirinin bilimsel bir mantığı ve dayanağı yok.
Kiloya ve kitle endeksine bakarak bir insanın sağlığı hakkında, çok uç değerler hariç, asla yorum yapamazsınız.
Ölüm döşeğindeki bir hastanın da kilosu ve vücut kitle endeksi ideal olabilir mesela.
Düzenli egzersiz yapmak, sağlıklı beslenmek, sigara-alkol kullanmamak, yeterince uyumak şartıyla kiloya kafayı takmamak gerekir.
Herkesin kilosu kendine özeldir.
Hatta birazcık kilolu olmak daha sağlıklı ve uzun yaşamak demektir.
Günde iki öğün yeter
Genlerimiz özellikle son 50-100 senede kesin olarak aynı kaldı ama çevremiz ve beslenme özelliklerimiz çok farklılaştı.
Modern insan, her zaman ‘bol yiyeceğe sahip’ ve üstelik bunlara ulaşması için neredeyse hiç hareket etmesi gerekmiyor.
Bu durum, genomumuz ve içinde yaşadığımız çevre arasında büyük bir dengesizliğe sebep oluyor.
Yiyecek bolluğu ve fiziki aktivite azlığı, evrimsel olarak programlanmış biyo-kimyasal süreçleri saf dışı bırakarak obezite ve tip 2 diyabet gibi metabolik bozuklukların ortaya çıkmasına yol açıyor.
Taş devri insanın hayatta kalması ve neslini sürdürmesini sağlayan ‘tasarruf genleri’ modern insanı hasta ediyor.
Genlerimizi değiştirmemiz şimdilik mümkün değil ama bunları pekâlâ aktive edebiliriz.
Yapmamız gereken iki önemli şey var: Hareket ve açlık!
Günde sadece iki öğün yemek yeterlidir.
Sabah kuvvetli bir kahvaltı şart ama öyle poğaça, meyve suyu ya da gevrekle olmaz.
Mutlaka yumurta, peynir, zeytin, tereyağı ve mevsimine göre maydanoz, roka, dereotu, biber, domates gibi yeşillikler yenmesi lazım.
Akşam da olabildiğince erken yenmeli.
Mevsim sebzesi, salata, kırmızı et veya balık.
Makul miktarda mevsim meyveleri, içecek olarak su, maden suyu, ayran tercih edilebilir.
Kefir, boza ve şalgam suyunu da tavsiye ederim.
Süt ve abur cubura dikkat
Büyük şehirlerde hatta yavaş yavaş köylerimizde bile sağlıklı gıda bulmak zorlaşıyor.
Yiyeceklerin neredeyse tümüne yakını çeşitli fabrika işlemlerinden geçiyor, içine kimyasal maddeler ekleniyor.
Mesela süte uzun süre dayanması için yüksek basınç altında yüksek sıcaklıklar uygulanıyor, bu işlem sütün kimyasını bozuyor. Fabrikalarda yetiştirilen tavuklarla köy tavukları adeta ayrı yaratıklar.
Abur cubura gelince bunlar paketli yiyecekler, bisküvi, kraker, gofret, şekerler, cipsler vesaire.
Bunların tümünde katkı maddesi var. Kimisi tat, kimisi koku, kimisi renk vermek veya bozulmalarını önlemek için konan kimyasallar.
Üstelik bu abur cuburların kalorisi çok yüksek, fazla miktarda früktoz ihtiva eden mısır şurubundan yapılıyor.
Çok tuz ve trans yağlar kullanılıyor. Uzak durun.
Erken teşhis hayat kurtarabilir
Birçok kadın “Mamografi ile meme kanserim erken teşhis edildi, kurtuldum” diye seviniyor ama işin aslı öyle değil.
Meme kanserlerinin çok farklı türleri ve seyirleri var.
Bazı kanserleri ha mamografi ile 5 milimetre iken teşhis etmişsiniz ha 2 santim olup ele geldiği için teşhis etmişsiniz, tedaviye cevap değişmiyor.
Bazıları büyümeden olduğu gibi kalıyor, hatta kendiliğinden geriliyor.
Bazı türleri ise erken teşhis edilse de çoktan uzak sıçramalar yapmış oluyor.
Mamografi sayesinde meme kanserinden kurtulan kadınlar da var elbette ama bir de gerekmediği halde biyopsi yapılan, ameliyat edilen, kemoterapi veya ışın yapılan ve bunlardan zarar gören, hatta bu yüzden ölen kadınlar da var.
İşin bu tarafı yeni anlaşıldı.
Onun için “Kanserde erken teşhis hayat kurtarır” sözü herkes için doğru değil.
Erken teşhis bazılarının hayatını karartabilir.
Tıbbın yapması gereken asıl şey erken teşhis değil, hangi kanserlerin tedavi edilmesi, hangilerine el sürülmemesi gerektiğini bulmak.
Uyanık olun!
Modern tıbbın hastalıkları önlemek gibi bir kaygısı yok, o punduna getirip sağlıklı insanlara bile ilaç verme sevdasında.
Bu normal çünkü modern tıp büyük ölçüde ilaç endüstrisinin tahakkümü altında ve onun menfaatlerine aykırı bir davranışta bulunması da mümkün değil.
Tıbbi tetkiklerin önemli bir kısmı gereksiz yere yapılıyor, mesela prostata tarama testleri buna iyi bir örnek.
40 yaşından sonra erkeklere her sene prostat kanserinin erken teşhisi için yaptırmaları tavsiye edilen PSA testlerinden vazgeçildi.
Çünkü anlaşıldı ki, bu test uygulandığında prostat kanserinden ölümler azalmıyor.
Üstelik prostat kanseri teşhisi konduğu için o hastaya kemoterapi, radyoterapi yapılıyor veya ameliyat ediliyor.
Tüm bunların ölüme kadar gidebilen riskleri var.
Peki, bu tekellere karşı biz sıradan insanlar ne yapabiliriz?
İnsanların yapacağı en önemli şey uyanık olmak. Sağlıklı beslenmek, düzenli hareket etmek, sigara ve alkolden uzak durmak doktora gitmekten çok daha önemli.
10 adımda sağlıklı beslenme
1 – Rafine şeker ve un ile bunlardan yapılan hiçbir şeyi yememek.
2 – Her gün meyve yemek ama aşırıya kaçmamak.
3 – Her gün mevsimin organik sebze ve salatalarından yemek.
4 – Haftada bir veya iki gün taze balık yemek.
5 – Özgür hayvanların ürünlerini (süt, yoğurt, yağ, yumurta, et) tüketmek.
6 – Yeteri kadar sıvı almak (ölçü, idrarın açık sarı olmasıdır).
7 – Tereyağı ve zeytinyağından şaşmamak; margarin ve sıvı bitkisel yağları mutfağa sokmamak.
8 – Yenebilenleri çiğ yemek, yenmeyenleri haşlama veya buğulamayla pişirmek.
9 – Yağda kızartma, mangal, tütsülemeden uzak durmak.
10 – Günde sadece iki öğün yemek; aralarda sadece bazen bir avucu geçmeyen badem, ceviz, fındık karışımı veya meyve kurusu-pestil yemek.
KAYNAK: http://www.aksam.com.tr/ekler/pazar/hasta-etmeyin-adami/haber-275724