KÜLTÜRÜMÜZDE VE EDEBİYATIMIZDA KADIN

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
hüsrev hatemi

Prof. Dr. Hasan Hüsrev Hatemi’ nin yazısı:

Kadını aşağı görmek dindarlık veyâ ateizm ürünü değil, cehalet ve yoksulluk ürünüdür. İbn-i Kesir’in Kuran Tefsiri (Çağrı yayınları 1987, cilt 15 sahife 8328) bize bir kız çocuğu doğumunda yararlanılacak tebrik örneği vermektedir. “Hoş geldin, safalar getirdin, kadınların eşsizi, çocukların anası, hısımların çekicisi, tertemiz çocukların sahibi, boylu boslu kızların müjdecisi, ard arda gelen nesillerin habercisi.

Dünyâ dişidir; Erkekler ona hizmet ederler. Toprak dişidir; canlılar ondan yaratılmıştır. Gök dişidir; yıldızlar onunla süslenmiş ve yıldızlar onunla parlamıştır. Ruh dişidir; bedenlerin ayakta durmalarının sebebi ve canlılığın can gücüdür. Hayat dişidir. Eğer hayat olmasaydı, bedenlere yön veremez ve insanlar bilinmezdi. Cennet dişidir ve Allah yolunda olanlara va’dedilen yerdir. Ne mutlu sana ve sana verilene. Allah, sana verdiğinin şükrünü sana nasip etsin”.

Kur’an, kız çocuklarının diri diri gömülme âdetini yasaklamıştır. “Diri diri gömülen kız çocuklarına, hangi günahtan dolayı öldürüldüğü sorulacak (Sûre 81:8-9)

Anadolu topraklarındaki kültür ve edebiyatımızda kadının yeri, tabii olarak çağlara göre az çok değişen özellikler gösterir. Kadının toplumdaki yeri incelenirken, incelenen toplumun değer yargıları göz önünde tutulmalı ve başka toplumların söz konusu çağda kadına verdikleri önem ve değer de göz önünde tutulmalıdır. Böyle bir yöntem benimsenmezse ve böyle bir dikkat gösterilmezse, çok defa görüldüğü gibi, kendimizi ya aşırı derecede över veyâ aşırı derecede yere batırırız.

Türk kültürünün Anadolu topraklarından önceki döneminde kadına verilen önemin orta çağa uyan bir derecede olduğunu görüyoruz. Meselâ, diğer Türk toplumlarından önce kentler kurmuş olan ve Budizm’i kabul ederek, Budizm görüşünü anlatan Uygur Türkleri, kadın ile erkeği hemen hemen eşit görüyorlardı.

Meselâ 8-15 yüzyıllar arasında yazılmış ve Turfan kazılarında bulunmuş metinlerde “Ayıbsız tişike er, boyunun sumış kerek ol andağ tüzün birle tiriglik kılmış kerek=Ayıpsız kadına erkek, boynunu eğmek gerek öyle dürüst bir insan ile hayat sürmek gerek” gibi mısralar vardır. Yine aynı metinlerde dua eden Budist Uygur Türkü, iyi dileklerini kızları, gelini ve kayınvaldesi için de dile getirmektedir (1).

Anadolu topraklarına geldikten sonraki yıllarda da kadını aşağı görme ve aşağılama gibi bir eğilim yoktur. Meselâ Mikail Bayram’dan öğrendiğimize göre, 13 cü yüzyılda, Anadolu Selçuklu Devleti sınırları içinde “Bacıyân-ı Rum” yani “Anadolu kadınları” teşkilatı kurulmuştur. Bu teşkilat çeşitli sebeplerle kısa ömürlü olmuştur. Fakat Anadolu Selçukluları ülkesinde bir kadın esnaf örgütü kurulabilmesi de olumlu ve dikkat çekicidir.

Aynı yıllarda Mevlânâ’nın da kadınlara bakışı, menkıbelerle bilinir. Hayat kadınlarının kaldığı bir hanın önünden geçerken kadınlar onu selamlamış o da onlara gönül alıcı ve teselli edici sözlerle karşılık vermiştir.

Osmanlı Devleti dönemi başladıktan sonra,1922 ya varan altıyüz yılda çok değişik bakış açıları ve çok değişik yönlerle karşılaşıyoruz.

Hukuk ve Kadın

Evlenme ve boşanma konularında ve miras paylaşımı konusunda İslam Hukuku çok eleştiriler almaktadır. Bu durum hukukçuları ilgilendirir. Bu konu beni aşar. Sâdece birkaç şey söylemek isterim: İslam hukuku (şeriat) hukuksuzluktan iyidir. Kuran ve İslâm hukuku, kız çocuklarının diri diri gömülmesini engellemekle çok büyük ölçüde yararlı bir işlev görmüştür. İslam hukukundan gelmeyen olumsuzlukları da, İslâm dininden geliyormuş gibi göstermek kötü maksatlı kişilere mahsustur. Onlar da maalesef bu hünerlerini pervasızca icrâ etmektedirler. İslam yazarları, genellikle bu gibi iftiralara karşı, Tevrat ve İncil’i karıştırarak “sizde çok olumsuz örnekler var” şeklinde cevap vermeğe çalışmazlar. Gerçekten de herhangi bir kişi Tevrat ve İncil’i okurken, kadını aşağı gören çok sayıda örnek bulabilir. Fakat İslâm dini, tek tanrılı dinlerin peygamberlerine saygı duyduğundan, onları kıracak bildirilerden kaçınır. İslam Hukuku günümüz Türkiye’sinde yürürlükte olmadığı hâlde, kadın konusundaki her olumsuzluğu İslâm görüşüne yüklemek, kolaycılığa kaçmaktır.

Edebiyat Eserlerine Kadının Yansıması

Divan edebiyatı kendine özel dünyası olan bir edebiyattır. Divan Şiiri, simgelerle doludur. Kadının durumunu değil, erkeğin durumu için de bir inceleme malzemesi sayılmaz. Fakat yine de eski devirlerin halk edebiyatı ürünlerini ve vakanüvis kayıtlarını inceleyerek bir kanaate varabiliriz. Böyle bir incelemeden çıkan sonuç, kadının mutluluğunun her zaman olduğu gibi ekonomik durumla ve öğrenim durumuyla doğru orantılı olarak iyileştiğini gösterir. Erkeğin durumu da çok az farkla kadının durumuna benzer. Erkek, kadından daha özgür ve daha iyi bir durumda gösterilir. Fakat yoksulluk şartlarında “evine ekmek götüremeyen hayırsız” gibi nitelemelere, erkek daha çok maruz kalır.

19 cu yüzyıl başına kadar şiir ve şarkılarda kadının da erkeğin de durumu keskin çizgilerle belirmez. Sevgililer isimsiz, kişiliği olmayan sevgililerdir. Yine de Divan edebiyatında 16 cı yüzyılda Mihri Hatun (Amasya’da) 18 ci yüzyılda Fıtnat Hanım klasik şiirimize kadın varlığını ve kadın sesini getirir. İkisi de babaları tarafından özenle eğitim ve verilmiş ve evlenmeden yaşamış hanımlardır. 19 cu yüzyılda kadın edebiyatçılar hem sayı hem ses yüksekliği bakımından daha belirginleşir. 19 cu yüzyıl ilk yarısında Leylâ Hanım ve Şeref Hanım, ikinci yarısında ve Cumhuriyet devrinin başlarında ikinci Leylâ Hanım (Leylâ Saz. Mimar Vedat Bey’in annesi, Hekim İsmail Paşa’nın kızı) yaşamıştır. 19 cu yüzyıl edebiyatımızda, erkek edebiyatçıların kadına daha içtenlikle ve daha fazla empati ile baktıklarını görürüz. 19 cu yüzyılın ikinci yarısında doğarak Birinci Dünya Savaşı sürerken ölen Tevfik Fikret

     “Elbet değil nasibi mezellet kadınlığın
     
Elbet değil melekliğin ümidi zulm ü  şer
     
Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer
    
Lâkin bugün hep onlara ait yığın yığın
    
Endişeler kederler, eziyetler iğneler”

diyerek çok güzel bir kadını savunma örneği verdiği halde, bu mısralar vefasızlık kurbanı olmuş ne mor çatı, ne yeşil çatı ne kırmızı çatı mensupları tarafından anılmaktadırlar. 19 cu yüzyılda başlayan “kadına empati ile bakma ve kadını yüceltme” anlayışı, 20 ci yüzyıl Türk şiirinde daha yaygınlaşmıştır.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, Cenap Şahabettin ve onlardan önceki nesilden olan Aldülhak Hamid Tarhan, kadını överken, kendini ondan üstün görmeyen, şairlerdir. Kadınlara sempatik bakan erkek şairlerin önemli bir kısmının hayal dünyasında aktif olan yalnız kendisidir.

Cenap Şahabettin ise, kendisinin saçlarını okşayan bir hanımı hayal eder.Yani Cenap Şahabettin’in de kadına bakışı eşitlik ve empati bakışıdır.

Doğuyor ömrüme bir yirmisekiz yaş güneşi
  Bir kuş okşar gibi sen saçlarımı okşarken”

Abdülhak Hâmid de sevdiği kadın Lüsyen Hanım’ın kendisini terk etmesini hazmetmiş, hakaret mektupları yerine aşk mektupları yazmış, onu tekrar Türkiye’ye getirmiş ve ömrünü onunla evli olarak tamamlamıştır.

Yirminci yüzyıl başlarında terk eden kadına karşı bakış, çok yumuşamıştır.

          “Nereden sevdim o zâlim kadını
          
Bana zehretti hayatın tadını
          
Sormayın söylemem asla adını
         
Bana zehretti hayatın tadını

Yusuf Ziya Ortaç” dikkat edilirse bu şiirde “ihanetini affetmem. Sana bir çarparım bir de yer çarpar” denmiyor. Aksine adı verilmeyerek, adını asla söylemem denerek, kadının kişilik haklarına saygı gösteriliyor. Yusuf Ziya Ortaç Bey’in yakın arkadaşı olan Orhan Seyfi Orhon da

Düşünmeden ayrılığın nihâyetini
 
Gördüğüm dakikada ihanetini
 
Seni nasıl terk etmişim gurur içinde

diyerek, ihanet eden sevgiliyi terk etmiş olan kendisini suçluyor. Yine Orhan Seyfi Orhon, sevgiliden ayrılırken ağladığını anlatabilmiştir.

Bir alev hâlinde düştün elime
 
Hani ey gözyaşım akmayacaktın

Halide Edip Adıvar da 19 cu yüzyılın 20 ci yüzyıla devrettiği bir hanım edebiyatçı olarak, hiç kompleks duymadan siyasetle de uğraşmıştır.

Osmanlı’nın son, cumhuriyetin ilk devrinin ilginç şairlerinden olan Celal Sahir Erozan da kadınların şairi olarak anılmaya kendisi talip olmuş, şiir kitabının kapak sayfasına “kadınlar olmasa öksüz kalırdı şarkılarım” mısraını bastırmıştır. Erkeğin kendini üstün, kadını ise obje olarak gören olumsuz yönüyle söylenmiş, birçok örnek de bulunur.

Sadece bir örnek verelim :”Asmalarda üzüm,yosmalarda gözüm”

1- Reşid Rahmeti Arat: Eski Türk Şiiri Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1986. s:266.

Yazı için 2 yorum yapılmış:

  1. tuna erinçler dedi ki:

    Kutatgu Bilig’den:
    Bahalık dinar ol biliglig kişi
    Bu cahil biligsiz bahasız bişi
    Biliglig biligsiz kaçan denk bolur
    Biliglik dişi er cahil er dişi:
    Bugünkü Türkçe ile:
    Bilgili kişi değerli paradır
    Bu cahil ise değersiz birşeydir
    Bilgili ile bilgisiz nasıl eşit olur
    Bilgili kadın erkektir. Cahil erkek kadındır.
    Kargarlı Mahmud da bilginin övgüsünü yaparken kadını aşağılamış oluyor.

  2. Hüsrev Hatemi dedi ki:

    11 ci yüzyıl ve Doğu Türkistan şartlarında “bilgili de olsa kadın kadındır””bilgisiz de olsa erkek has yiğittir”denmiyor.Tam aksine erkeklik testosteronla övülmüyor.Bilgi ile birleşen Östrojen de “yiğitlik”oluyor.Bence Kaşgarlı burada sadece özel bir üslup kullanıyor.Kadını aşağılamış olmuyor.Günümüzde “Garının ohumuşundan n’olcek “diyen çok babayiğit varken,Kaşgarlı’nın yukardaki sözleri kadını aşağılamak sayılmaz.

Siz de yorumunuzu paylaşın: