HASTALIK SEKTÖRÜ

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Sabah gazetesinde Şeref Oğuz’ un bundan tam 10 sene evvel yayınlanan “Hastalık Sektörü” isimli yazısından sonra olanları ben de yazılarımda ve şu kitaplarımda anlattım:

-Biri Bizi Hasta Ediyor-2008.

-Adamın Biri Doktora Gitmiş.. Gidiş O Gidiş!-2009.

-Bu İşte Bir Domuzluk Var-2010.

-Bir İki Üç TIP: Tababet Komada-Doktor Depresyonda-Hasta Teyakkuzda-2011.

-Tomografiyi, Anjiyoyu, Endoskopiyi Bırak/Kalbime Koy Başını Doktor-2011.

-Hasta Etmeyin Adamı-2013.

-Büyük Kolesterol Yalanları-2015.

-Tıptan Uzak Sağlıklı Hayat-2019.

***

Şeref Oğuz‘ un Sabah gazetesinde 10 sene evvel yayınlanan yazısı:

Sağlıklı insanlardan hasta yaratmak mümkün müdür? Eğer satacak ilacınız, ödetecek vizite ücretiniz varsa, pekala mümkün!..

Der Spiegel‘in “ilaç şirketlerinin, durmadan yeni hastalık çıkardığını” gösteren ilginç bir araştırması geçti elime.

Yeniden okuyunca, yıllardır hissettiğim ama ifade edemediğim tuhaflıkları, benim gibi başkalarının da kafaya taktığını gördüm.

Zira son 50 yıldır, hastalığın tanımını değiştirdiler: “Normalden çok az bir farklılık gösteren durum.”

Yeni keşfedilen hastalıklarla ilgili araştırmaların sponsorluklarını üstlenen ilaç firmaları da bu sayede ürünleri için yeni pazar yaratır oldular.

Öncelikle herkes hasta!..

Kalp riski, hiperaktivite, obezite, binlerce çeşit alerji, kolesterol vs…

Son 50 yıldır gündemimize sokulan bu kavramlar sayesinde, akla şu soru geliyor: “Peki biz nasıl hayatta kaldık?”

Kadın olmak, başlı başına bir hastalık.

Adet öncesi sendromundan tutun da estetik endişeler pompalanmasına dek her yaştaki kadın, hastalık hastası haline getirilmiş.

Hele ki genç kız olmak, ağır bir vaka gibi algılatılmış.

İlaç üretme maliyetinin bu ilacı pazarlama bütçesinin altında kaldığı son yıllarda, özellikle sanayileşmiş ülkelerde yeni hastalıkların teşhisinde önemli bir patlama yaşanıyor; bulaşıcı hastalık, sendrom, travma, çeşitli bozukluklar vb. gibi yaklaşık olarak irili ufaklı 30 bin yeni hastalık keşfedilmiş.

Artık her hastalığın bir ilacı olduğu gibi her ilacın da bir hastalığı var!

Bu gelişmenin “disease mongering” yani hastalık ticareti gibi bir adı bile var.

Hastalık yaratıcıları sağlıklı insanların sırtından para kazanıyor.

Tıp STK’ları, hasta birlikleri ve ilaç firmaları sonu gelmeyen medya kampanyalarıyla kamuoyunu; “hızla yayılan fakat ender durumlarda tedavi edilebilen hastalıklar” konusunda uyarmakla meşgul.

Bir hastalık kamuoyunda kabul gördükten sonra, hastalar ve sigorta kuruluşları yeni ilaç ve terapileri hiç şikâyetçi olmadan ödüyor.

Yeni hastalık türlerinin keşfinden sonra ilaç firmaları en parlak dönemlerini yaşamaya başladı.

ahmet rasim küçükusta kitapları ile ilgili görsel sonucuİlgili resimahmet rasim küçükusta kitapları ile ilgili görsel sonucu

 

 

Pazarlama için araştırmalardan daha fazla para harcanıyor.

Elimde İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası ile Türkiye İstatistik Kurumu’nun “İlaç Kullanımında Demografik Özellikler” konulu araştırması var. Okuyor ve ilaç kullanımında ne kadar bilinçli davrandığımızı görüyoruz:

Kronik hastalığı yüzünden sürekli ilaç kullananların oranı (%9.9). En çok, tansiyon (%45.6), şeker (%27.8), kalp (%16.5), kolesterol (%9.7), mide (%6.8) rahatsızlıkları için sürekli ilaç kullanıyormuşuz.

3‘te 2‘miz, ilacı doktor veya eczacının talimatıyla kullanıyoruz. Bu hastalık sektörünün şantajları öylesine etkili ki %27.3‘ümüz, şikâyet geçse bile ilaca devam ediyor.

Üstelik hastalık sektörünün gönüllü elçisi haline gelip, %45.7‘miz, memnun kaldığımız ilacı, yakınlarımıza tavsiye ediyoruz.

Diğer elimde ise semt pazarlarına dair bir araştırma var. Söylenen şu: İnsanlarımızın %92‘si, sağlıksız olduğunu bile bile semt pazarlarından alışveriş yapıyormuş.

Bu bile, insanların “hastalık, hijyen şantajı” karşısında artık baskın söylemlerden bıktığının göstergesi.

Özellikle gıda şirketlerinin ve büyük zincirlerin pompaladığı, “kalite ve hijyen” gibi doğrudan sağlık şantajı taşıyan sloganlar.

Ancak bu bir sosyal anlaşma gibi: “Ben sana sağlıklı gıda sunarım ama bunun karşılığında lezzeti alırım.”

Hepimiz bu anlaşmaya imza atmışçasına, peynirin tadından, domatesin kokusundan, ekmeğin lezzetinden olduk.

Üstelik bunu, sağlıklı olmak adına yaptık.

Fakat başarabildik mi?

Ne gezer!

Tam bu noktada, sağlık konusunda kaygı ve hastalık üreten araştırmalar, hijyen gıdalar kadar, doktorlara ve ilaçlara da para ödememiz gerektiğini telkin ediyor.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, sağlam insanların en küçük sorunlarını dahi abartmaları için teşvik eden sistem, bizi psikologlara taşıyor. Ve geriye dönüp kendi hayatıma ve çevremdeki insan öykülerine bakıyor şu soruyu soruyorum:

Hastalık şantajını dikkate almadık; belki tümü hijyen değildi ama lezzetli gıdalar peşinde koştuk.

Peki, biz nasıl hayatta kaldık?

Kaynak: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/oguz/2009/07/17/hastalik_sektoru

 

Siz de yorumunuzu paylaşın: