VURUN DOKTORA!

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi
 
 www.gazeteport.com’ da Zafer Arapkirli’ nin yazısı:

Çok sevdiğim ve insanımızın yaşama bakışına ilişkin olağanüstü felsefi yaklaşımı simgeleyen bir deyim vardır:

“Allah hekimin ve hakimin önüne düşürmesin…”

İlk bakışta bir “kötülüklerden uzak durma” vurgusu dikkat çeken bu deyimin iki unsuru,“hekim” ve “hakim”, ironik biçimde “gerekli ama, uzak durulması da zorunlu”  iki önemli kişi veya “makam” sayılır.

Bir başka deyişle, “Allah, şifa ve adalet arayışına muhtaç etmesin” anlamına gelir.

Bu dileğin arkasında ciddi bir risk bulunduğu gerçeğine dikkat çekmek lazım. Hâkimin “her iki yönde de karar verebileceği”, hekime muhtaç olduğumuzda da, “elinden bir şey gelemeyebileceği ya da şifa veremeyebileceği” olasılıkları söz konusu.

Bu konuya girmemin nedeni, önceki gün Gaziantep’ten gelen ve daha mesleğinin baharında gencecik bir hekimin (30 yaşında) yaşamına yönelik hunharca bir cinayettir.

80 küsur yaşındaki dedesinin ölümünden sorumlu tuttuğu hekimi bıçaklayarak öldüren şahıs, sağlık kurumlarında çalışanlara yönelik yaygın şiddet olaylarına bir kez daha dikkat çekmekle kalmadı, aynı zamanda hekim-hasta ve hekim-hasta yakını ilişkilerine de odaklanmamız gerektiğini ortaya koydu.

Dün sabah Radyo 24’te bu konudaki haberleri gazetelerin birinci sayfalarından aktarırken biraz da öfke ile, tepki olarak “ruh hastası bir şahıs” ifadesini kullanmıştım. Yayını dinleyen bazı hekimler, “aslında, burada kişisel değil toplumsal bir ruh sağlığı bozukluğu” bulunduğuna dikkat çektiler. 

Hastane kapılarında derman arayan hastalar ve yakınları, başta doktor-hemşire-hasta bakıcı olmak üzere sağlık çalışanlarına bilinçsiz bir gerginlikle davranırken, “Bana,  ya çare bulacaksınız ya bulacaksınız. Başka yolu yok! ” gibi bir ruh hâlindedir. Haklı olarak “Canını emanet ettiği insanların oradan sağ salim çıkması isteği” insanın gözünü kör eder. Bu da, belli bir ölçüye kadar anlaşılabilir bir anlayışsızlığa dönüşebilir.

Özellikle kültür ve eğitim düzeyi ile muhakeme yeteneği fazla güçlü olmayan hastalar ve hasta yakınları genellikle biraz da “İyileşirse Allah’tan, kötü olursa doktordan” halet-i ruhiyesi içinde olabilirler.

Bütün bunlar doktorlara, hemşirelere, hastabakıcıları ve tüm hastane/klinik/dispanser personeline yönelik şiddet uygulamalarına kesinlikle mazeret oluşturmaz. 

Özellikle acil servislerde hemen her gün her dakika yaşanan darp olayları kimi zaman cinayete dönüşürken, sağlık çalışanları haklı bir isyan içindeler. Bugün bu isyanlarını iş bırakma eylemlerine dönüştürecek olan hekimler, “Hasta ve hasta yakınları, sistemdeki çarpıklıklara yönelik öfkelerini ve tıbbın çaresiz kaldığı durumlara ilişkin bilgi yetersizliklerini, bizlere ödetmeye çalışıyorlar” diyorlar.

Hekimin, insan canının değerini ve onun nasıl kurtarılabileceğini hepimizden daha iyi bilen bir profesyonel, daha da önemlisi bir insan olduğunu unutmadan, önyargı ile davranmamak gerektiğini de anımsamak lazım.

En ufak bir şikâyetimizde, tırnağımızın ucu bile acısa onlara koştuğumuzu ve çare aradığımızı unutmamalı, zaten dünyanın en stresli işlerinden birini yapan, sistemin çarpıklıklarına, zorlaşan çalışma koşullarına direnmeye çalışan ve (sandığımızın aksine çoğu bir eli yağda bir eli balda bulunmayan), kimi zaman günde 50 – 60 hastaya bakma durumunda kalan bu insanları “kafadan” tembellik, başarısızlık, sorumsuzluk ve ihmâlkarlık gibi vahim ithamların hedefi yapmamalıyız.

Aksi takdirde, bunun çok vahim bir sonucu olabileceğine de vurgu yapmalıyım.

Doktorlar, (hiç istemedikleri halde) muhtemeldir ki, olası bir başarısızlık ve buna bağlı olarak hasta veya hasta yakınlarının tepkisinden çekinerek, “riskli” tedavilere veya müdahalelere yanaşmayacak, bu da belki “şifa” arayan bireylerin aleyhine başka bir durum oluşturacaktır.

Nihayet, doktorların da birer insan, bir anne, bir baba, bir evlat olduklarını, onların da bin“can”ı olduğunu, bir noktada “kendi canının emniyetini” öncelikli olarak düşünmesinin de doğal olacağını unutmayalım.

Sağlık çalışanlarının (hepimiz gibi) en kutsal hakkının yaşam hakkı olduğunu, güvenlik içinde çalışabilmeleri için devlet ve toplum olarak onlara gereken koşulları sunmanın da bir yükümlülük olduğunu hatırlatalım.

Bu bağlamda, özellikle milyarlarca TL cirolarla oynayan özel sağlık kurumlarının ve devletin, güvenlik sistemlerini gözden geçirmelerinde de yarar var.

Siz de yorumunuzu paylaşın: