HER DOĞUM BİR MUCİZEDİR – AYKUT KAZANCIGİL KİTABI

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
her doğum bir mucizedir küçükusta

Daha önce Güneş gazetesinde Pazar Kahvesi köşesinde yayınlanan bir yazım:

Son yıllarda birbiri ardına, adına “nehir söyleşiler’’ denilen kitaplar yayınlanmaya başladı. Bunlar, bir kişinin hayat hikâyesinin soru-cevaplarla çok uzun bir röportaj şeklinde, adeta akan bir nehir gibi, kâğıda dökülmesiyle oluşuyor.

Yazı yazmayı sevmeyen veya buna hevesi ya da yeteneği olmayanlar için nehir söyleşi bulunmaz bir fırsat. Ayrıca, laf lafı açar sözüne uygun olarak, sorular sayesinde o kişinin belki de hiç aklına gelmeyecek veya önemsiz saydığı için sözünü bile etmeyeceği birçok hatıranın, görüşün, ayrıntının… ortaya çıkması da mümkün.

Ancak, söyleşiyi yapanın da karşısındaki kişiyi önceden çok iyi incelemiş, hakkında olabildiğince fazla bilgi edinmiş olması ve soruları da çok önemli. Teybi açıp da “Hadi, anlatın bakalım’’ demekle bu iş olmuyor.

Nehir söyleşilerin genel olarak edebi değerlerinin olması beklenmemeli. Zaten burada esas amaç da edebiyat yapmak değil, bir kişinin hayatının, bir dönemin tüm yönleriyle kağıda dökülmesi ve belgelenmesi.

Bu tür kitapların son çıkanlarından biri de İş Bankası yayınlarından Prof. Dr. Aykut Kazancıgil’ in hayat hikâyesinin anlatıldığı “Her Doğum Bir Mucizedir’’ isimli eser.

Figen Şakacı’ nın hazırladığı bu kitap, başta jinekologlar olmak üzere, doktorların, öğretim üyelerinin ve bütün aydınların merakla okuyacakları bir söyleşi. Aykut Hoca’nın jinekoloji, sosyoloji, felsefe, yayıncılık, çevirmenlik… ile bir dakikası bile boşa geçmeyen 75 yıllık hayatı, duyguları, görüşleri… dedesi Dr. Osman Remzi ve özellikle de babası Tevfik Remzi’ nin de hayatlarından kesitler ve ilginç anekdotlar sizi bekliyor. Bu kitapta sadece bir doktorun hayatını değil, ülkemizde tıbbın, üniversitelerin, sosyal hayatın, politikanın geçirdiği evreleri de merakla izleyeceksiniz.

TRK Amfisi

Biz Cerrahpaşa’ya adım attığımız yıl Kazancıgil soyadını hemen duymuştuk, çünkü o zamanlar Burhanettin Toker, Neşet Ömer ve öğrencilerin kısaca TRK dediği Tevfik Remzi Kazancıgil olmak üzere üç büyük amfi vardı fakültede. Aykut Kazancıgil, işte bu adı amfiye verilen Tevfik Remzi Hoca’ nın oğlu idi.

TRK amfisinin bizlerde kötü anıları vardır. Çünkü, o yıllar ülkemizde 12 Eylül’e giden karışıklıkların ve öğrenci olaylarının olduğu dönemdi. Amfiler basılır, tabancalar, bombalar patlar, öğrenciler zorla dışarıya çıkarılır, forum ve yürüyüşlere katılmaya zorlanır ve eğitime de sık sık ara verilirdi. Bugünkü huzurlu ortamda öğrenim gören öğrenciler, bunun kıymetinin farkındalar mı, acaba?

Annesini lise sonda iken görmüş

Aykut Kazancıgil, 31 Ocak 1930’ da doğmuş. Çocukluğu, kış aylarında şimdiki The Marmara Oteli’ nin yanındaki Kazancı Yokuşunda, 6 katlı, 32 odalı bir konakta, yazın günümüzde Gelik Lokantasının olduğu yerdeki evde, ilkbaharda Büyükada’da, sonbaharda ise Emirgân’ da geçmiş. Hemen söyleyelim ki, Kazancı yokuşu ile Kazancıgil soyadının hiçbir ilgisi yokmuş.

Annesi ile babası o 5-6 yaşlarında iken ayrıldıkları için onunla daha çok babaannesi ilgilenmiş. Annesini, ancak yıllar sonra lise son sınıf öğrencisi iken, kız arkadaşının evinde görmüş. “Cumhuriyete geçiş döneminin ayrı yerlere düşmüş insanları’’ olarak tanımlıyor anne ve babasını.

“Lise son sınıfta, flört ettiğim kız arkadaşım bir sabah beni Cihangir’deki evine çağırdı, gittim. Meğer annemle kız arkadaşım komşuymuş, ben kapıdan içeri girince bir dram oldu; tanımadığım bir hanım “Evladım’’ diye kalktı üzerime geldi… Söylemesine zaman kalmadı, belki ben yüzünü tanırım sandı ama ben tabii senelerdir görmemişim, nereden tanıyayım ki! … Kadını görür görmez balkondan atladım kaçtım, babam duyacak, başıma kötü şeyler gelecek diye okula kaçtım tekrar… Akşam olunca kız arkadaşım telefon etti, “Sen ne terbiyesizsin o senin annendi’’ diye hesap sordu bana… Neyse, çiçekler yaptırıp ertesi gün ziyarete gittim, böylece tanıştık, annem olduğunu bilmiyordum, bilseydim kaçmazdım ki… Bu karşılaşmadan sonra annemle temasımız devam etti ama ben tıbbiyeye girdim, arkasından Paris’ e gittim, derken sıcak bir ilişki kurulamadı aramızda…

Tevfik Remzi Kazancıgil hakkında

Aykut Hoca babasını şu sözlerle anlatıyor:

“Geniş kültürü, sosyal çevre edinmekteki başarısı, kitap tutkusu ile dönemin etkili kültür şahsiyetlerinden biridir.

1924 yılında yurda döndüğünde bilimsel dağarcığında; kadın doğum uzmanlığı, radyum uygulaması bilgisi, jinekolojik patoloji gibi özel ilgi duyduğu konular vardı. 

O yıldan 1969’daki vefatına kadar geçen kırk beş yılda üniversitede otuz dolayında öğretim üyesi, yüzlerce uzman yetiştirmiş, binlerce kişiye ders vermiştir.

Özellikle 1946’ya kadar Türkiye’ nin tek üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’ nin tek kadın doğum kliniğini geliştirmiş, yönetmiş ve dünyaya açık güçlü bir kurum haline getirmiştir. 

Özel hekimlik konusunda da başarılı bir hayat yaşamıştır. Önce 1928 yılında, şimdi Taksim’ de The Marmara’ nın yerindeki apartmanların birinde özel bir doğumevi açmış, parlak bir başarı ile yönetmiştir. Yıllar sonra 1956 yılında şimdiki Amerikan Hastanesi’ nin yanındaki büyük bir bahçe içindeki binayı satın alarak, hastane haline getirmiş ve dönemin en modern hastanelerinden birini Güzelbahçe Hastanesi adıyla açmıştır.

Bir referans kütüphanesi niteliğindeki kitaplığı birçok araştırmalara kaynak olmuştur. Mesela, Adnan Adıvar, ünlü eseri Tarih Boyunca İlim ve Din adlı kitabının sonundaki kaynakçada “Son yıllara ait birçok eseri Tevfik Remzi Bey’ in kütüphanesinde buldum, teşekkür ederim’’ demeyi ihmal etmemiştir. 

1952 senesinde Paris’te ünlü bir yayınevinde jinekolojik patolojiye ait bir atlası Fransızca olarak yayımlanmıştır. Bu eser sonradan yıllarca satılmış ve pek çok yabancı esere kaynaklık etmiştir. Bu kitabından hemen sonra Fransız Akademisi’ den Akil Muhtar Özden’ den sonra ödül alan ikinci hekim olmuş, 1953 yılında da ‘’Legion d’honneur’ nişanını kazanmıştır.’’

Taksimdeki konağa kimler gelmemişti ki

“Evimizin giriş katı babamın muayenehanesiydi.. Ev her zaman kalabalık olurdu, yerli-yabancı aydınlar gelirdi, akşamüstü erken saatte gelirler; oturulur, konuşulur, yemek yenir, pek fazla içki içilmez, gece 12’ ye doğru da millet dağılırdı.’’

Başta evin müdavimi Fuat Köprülü olmak üzere, Peyami Safa, Sadrettin Celal, Adnan ve Halide Edip Adıvar, Hilmi Ziya Ülken, Zekeriya Sertel, Vedat Nedim Tör, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı… gibi yazarlar, şairler, gazeteciler…Sadi Işılay, Kemal Niyazi Seyhun, Mesut Cemil, Münir Nurettin Selçuk, Alâeddin Yavaşça gibi müzisyenler… Orhan Peker, Burhan Uygur gibi ressamlar… konağa gelen devrin kalburüstü adamlarından sadece bazıları.

Paris’ deki tıp öğrenimi sırasında da, Fikret Muallâ, Avni Arbaş, Nejat Devrim, Sabahattin Eyüboğlu, Doğan Avcıoğlu, Can Yücel, Bedri Rahmi, Zühtü Mürüdoğlu, Nedim Günsur, Turan Güneş, Celal Sılay… gibi kişilerle bir kültür ortamında bulunmuş.

Paramedikal ilgi alanları

İstanbul, Paris ve Kiel Üniversitelerinde geçen öğrencilik, asistanlık, uzmanlık ve öğretim üyeliği… dışında bilim tarihi, sosyoloji, yayıncılık alanlarında ve ilaç sektöründe de çalışmış.

Sosyolojiye olan ilgisi, babasının arkadaşı olan, evlerindeki toplantılara sık sık katılan ünlü sosyolog Hilmi Ziya Ülken ’in de dikkatini çekmiş ve ondan kültür birikimleri üzerine doktora yapması için teklif almış. Bunun için gerekli dil ve bilgi sınavını geçmiş ve Türkmenlerle ilgili araştırmalar yapmak üzere defalarca Kaz dağlarına gitmiş. Ancak, 1960 yılında 147’ler olayı ile Ülken, Ankara’ya gönderilince üzerinde çok çalıştığı bu tez maalesef yarım kalmış.

Fransız ihtilalinden günümüze kadar gelmiş, Fransızca’dan Türkçe’ye çevrilmiş 14 bin eserin kaydını tutmuş. Bilim tarihi, tıp ve Türk jinekoloji bibliyografilerini hazırlamış. Remzi Kitabevi ile Güven ve Arkadaş Yayınevlerinde yayın danışmanlığı yaparak, telif veya çeviri yüzlerce tarih, felsefe, sosyoloji ve tıp kitabının yayınını sağlamış. Jean-Paul Roux’ un neredeyse bütün eserlerini Türkçe’ ye kazandırmış. Altay Türklerinde Ölüm, Çin Simgeleri Sözlüğü gibi eserleri Türkçe’ye çevirmiş. Halen Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisini çıkarıyor. 1997 yılında Cerrahpaşa’dan emekli olmuş, ama Galatasaray Üniversitesinde adli tıp dersleri veriyor.

Tarihe, felsefeye, sosyolojiye bu kadar çok ilgi duyan bir kişinin ne sağa ve ne de sola kaymaması da çok ilginç. 

İlaç firmaları

Bir süre tıbbi müşavir olarak Roche ve Fako firmalarında da çalışan Aykut Hoca’ nın ilaç firmaları hakkındaki görüşlerine katılmamak imkânsız.

“… ilaç endüstrisinin faydası olan yanları tabii tartışmasızdır, hiç değilse son elli yılda insan hayatının on yıl uzamasına imkân vermiştir. Fakat faydalı olmayan yanları da vardır, o da ilaç satışını artırmak için yapılan zorlayıcı propagandalardır. Belki bu ilaçların bir kısmı insan sağlığına faydalı değildir. Ama hekim doğruyu pekâlâ anlayıp bulmakla görevlidir. Tabii hekim firmalarla anlaşma yapıp, yanlış uygulama yaparsa, bu onun kusurudur, kişisel kabahatidir. Sistemin kabahati değildir, kendi zaafıdır.’’

Hekimlik ahlâkı

Giderek kirlenen hekimlik ahlakı üzerine söyledikleri de çok önemli. Hatta, onun emekliliğinden beri tıp ahlâkındaki bozulmanın daha da arttığını, freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı yuvarlanmakta olduğumuzu da söylemek isterim. Bu Hatemi Hoca’nın “elektrobağlama eşliğinde yozlaşma’’ olarak tanımladığı olayın ta kendisidir.

“Ben yetişmedim ama evvelki dönemde çok gelişkin bir hekim ahlâkı varmış, bu benim zamanımda da devam ediyordu ama şimdi bir medya problemi, doktorların ilaç şirketleriyle ilişkileri, hekimler arasındaki ilişkiler ve malzeme problemleriyle birlikte kirlendi. Hekimlerin bu kadar medyatik hale gelmesi de tuz biber ekti. Hekim-hekim ilişkisi de bozuldu, hekimin hekime destek olması lazım, o da kalktı. Hekimlik ahlâkı karşılıklı saygıya, ilişkiye dayanır, Türkiye’ deki bütün moral değerlerle beraber bu da zayıfladı.’’

Tıp eğitimi

Ben de onun gibi tıp eğitiminin mutlaka Türkçe olması gerektiğinin ısrarlı savunucularındanım. İyi bir hekim olmanın şartlarından birinin, en azından literatürü izleyecek kadar İngilizce bilmek olması başka bir şeydir, eğitimin İngilizce yapılması başka bir şey.

“Yabancı dil öğrenmenin çok önemli ve gerekli olduğunu biliyorum ama yabancı eğitimin daha evvel de söyledim bir sömürgecilik modeli olduğunu düşünüyorum.’’

Yazı için 1 yorum yapılmış:

  1. Hüsrev Hatemi dedi ki:

    Kazan-ı ilmi onun ölçülemez litre ile/Mîr Aykut edilir belki kıyas Littré ile.
    Hüsrev Hatemi,1976

Siz de yorumunuzu paylaşın: